Uzmandan korkutan açıklama! O bölgeler de risk altında
Prof. Dr. Deniz Ayas’tan Akdeniz için korkutan uyarı geldi. Son günlerde Marmara Denizi'ni etkisi altına alan müsilaj sorununun, denize kıyısı olan tüm kentlerin de sorunu olabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Ayas, “Müsilaj, Marmara’daki boyutta olmasa da tüm Akdeniz’de de görülüyor. En büyük neden, denize bıraktığımız kirlilik yükü. Akdeniz de risk altında” dedi.
Son dönemde Marmara Denizi'nde büyük bir çevre felaketine neden olan müsilaj (deniz salyası), Türkiye’nin gündeminde ilk sıralardaki yerini koruyor. Müsilajı temizlemek için yoğun çaba sarf edilirken, aslında doğal bir fenomen olan müsilajın bu derece artmasının nedenleri, en önemli tartışma konularından biri haline geldi. Öte yandan, tüm Türkiye şu anda Marmara Denizi'ne kilitlenmişken, başta Akdeniz olmak üzere diğer denizlerimizin de risk altında olduğu ortaya çıktı.
“Doğal bir fenomen”
Mersin Üniversitesi (MEÜ) Su Ürünleri Fakültesi İşleme Teknolojisi
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Deniz Ayas, tehlikenin
boyutlarını ve müsilaj tehdidinin Akdeniz ayağını İHA muhabirine
anlattı. Müsilajı, ‘denizdeki fitoplankton denilen alglerin
oluşturdukları organik bir bileşik’ olarak tanımlayan Prof. Dr.
Ayas, “Yani özünde glikoprotein ve polisakkaritten oluşan bir
organik madde. Müsilaj oluşturan algler, bunu doğal bir salgı
olarak üretirler. Aslında müsilaj oluşturmak ya da alglerin belli
dönemlerde bu müsilajı fazla oluşturması doğal bir fenomen olarak
adlandırılıyor. Belli şartlar bir araya geldiğinde bu algler
sayılarını artırarak müsilaj sorununu meydana getiriyorlar” diye
konuştu.
“Müsilaj tüm Akdeniz’de görülüyor. Bu, Marmara’daki
boyutta değil”
Müsilaj oluşturan alglerin, kirlilik yüküyle ve su sıcaklığıyla
alakalı olarak sayılarını artırdıklarına işaret eden Ayas, “Bu da
alg patlaması (algal bloom) şeklinde ifade edilir. Marmara Denizi,
daha durağan bir deniz, ayrıca bu bölgede 25-30 milyon insan
yaşıyor. Burada insan kaynaklı üretilen suyun deşarjı temel problem
olabilir, endüstriyel proseslerden çıkan nitrat, azot, fosfor ve iz
elementlerden zengin maddelerin yine deşarjı söz konusu ve bu tam
bir uygun ortam oluşturuyor. Müsilaj aslında her yıl olan bir olgu.
Akdeniz’de görülebilir, yalnız bu boyutuyla meydana gelmesiyle daha
görünür hale geldi ve turizmde ya da sosyoekonomik etkisinin ortaya
çıkma ihtimalinden kaynaklı da bütün insanların dikkatini çekti”
ifadelerini kullandı.
Müsilajın sadece Marmara Denizine özgü olmadığını vurgulayan Ayas, “Müsilaj tüm Akdeniz’de görülüyor. Bu, Marmara’daki boyutta değil. Marmara’daki gibi sıklığının da arttığını görüyoruz. Her sene balık ağlarına takılan müsilajlar konu oluyor. Biz biliyoruz bunu ama bu boyutuyla olması gündem oluşturdu” şeklinde konuştu.
“Mersin’de de risk var”
Kirliliğin bütün sahil kentleri için ciddi bir problem olduğunun
altını çizen Prof. Dr. Ayas, Mersin’deki olası müsilaj riskini ise
şöyle değerlendirdi:
“Mersin özelinde baktığınızda, çok fazla sahil sitesi var. Bu
sitelerdeki atık sular denize deşarj ediliyor. Kentin suları da
yine derin deniz deşarjı şeklinde veriliyor. Bunun dışında tarımsal
bir il ve çok fazla gübre kullanımı var. Bunlar yeraltı ve yerüstü
sularıyla denize taşınıyor. Bu durum, tabi ki özellikle ilkbahardan
yaza, yazdan sonbahara mevsimsel geçişlerde algler için bir uygun
ortam sağlıyor. Ama Mersin’i Marmara ile kıyaslarsak, kapalı
denizlerde daha fazla müsilaj olgusunu büyük boyutlu görebiliyoruz.
Mersin’de de risk var tabi ki ama bu riskin Marmara boyutunda
olmadığını değerlendiriyorum.”
“Kirlilik yükü, deniz ekosistemi için kaldırılabilir
olmanın ötesine geçiyor”
Müsilajın bu boyutta artmasının en büyük nedeninin denize bırakılan
kirlilik yükü olduğuna dikkat çeken Ayas, “Tabi ki Akdeniz’de de
risk var. Biz burada bir sorun var ve bu sorunun sonucuyla
ilgileniyoruz. Müsilaj ya da herhangi bir çevre felaketi karşımıza
çıkıyor ama asıl bunun altındaki nedenleri belirlemek gerekiyor. Bu
nedenlere baktığımızda; insan ve ürettiği kirlilik yükü, doğaya
yüklediği bu kirlilik. Tarımsal aktiviteler yoğun yapılıyor,
kentsel yaşam ve sahil siteleri gerçekten büyük bir kirlilik yükü
oluşturuyor ve bu doğal yaşam ve deniz ekosistemi için
kaldırılabilir olmanın ötesine geçebiliyor; örneğin Marmara’da
olduğu gibi. Böyle durumlarda da bir kriz olarak karşımıza çıkıyor.
Aslında bu bir doğal refleks; siz besleyici tuzları denize
verdiğinizde oradaki canlı grupları bunu kullanarak aslında o
dengenin korunmasını sağlamaya çalışıyor. Buradaki durum doğal bir
tepki. Deniz canlıları, oradaki dengenin korunması için denize
attığınız bu kirlilik yükünün bir şekilde bertarafını sağlamaya
çalışıyor. Bu da bizim karşımıza bir sorun olarak çıkıyor"
dedi.
“Tüm sahil kentlerimizde düzeyi düşük ya da yüksek bir
risk var”
Sorunun çok büyük olduğunu söyleyen Ayas, mutlaka ileri arıtma
sistemleri ve biyolojik arıtma sistemlerinin olması; bunların
kontrolünün de ciddi anlamda yapılması gerektiğini söyledi. Prof.
Dr. Ayas, “Tüm sahil kentlerimizde düzeyi düşük ya da yüksek bir
risk var; çünkü çok fazla deşarj ediyoruz, çok fazla kirlilik
yükünü denize bırakıyoruz. Burada yapılması gereken şey; Marmara’da
yapıldığı gibi hem merkezi hem de yerel otoritelerin bu deşarjlar
konusunda kontrollerini artırmaları ve bununla ilgili eylem
planlarının sadece Marmara ölçeğinde değil, tüm sahil kentlerinde
uygulanması. Sadece Marmara değil, tüm kentler için de benzer
önlemlerin alınması gerekiyor” dedi.
“Hareketsiz canlılar için sıkıntılı bir durum
oluşturuyor”
Ayas, müsilajın deniz ekosistemine etkileriyle ilgili de şunları
söyledi:
“Bu bir organik madde. Algler tarafından oluşturulan bir madde.
Buradaki temel sorun; her organik madde doğada parçalanma
süreçlerine uğruyor. Bu noktada müsilaj oluştuğunda bakteriler
devreye giriyor. Yani mikroorganizmalar müsilajı parçalamak için
yoğun bir çabaya giriyor. Bu da tabi ki, belli bir süre sonra
anoksik şartların yani oksijensiz şartların oluşmasına neden
oluyor. Müsilajın yoğun olduğu ve anoksik şartların oluştuğu
bölgelerde sesil dediğimiz hareketsiz canlılar için sıkıntılı bir
durum oluşturuyor. Ama balıklar ve benzeri hareketli canlılar için
herhangi bir risk söz konusu değil.”