Kamuda başörtüsü sorunu çözülecek!
Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu memurhaber.com'a konuştu. Atama bekleyen öğretmenlerden, adliye çalışanlarına kadar her memurun arkasında olduklarını vurgulayan Gündoğdu çarpıcı açıklamalarda bulundu.
NESRİN YILMAZ-MEMURHABER.COM-Memur-Sen Başkanı Ahmet gündoğdu ile başlattıkları imza kampanyasından, öğretmenlere, polis sendikasından adliye çalışanlarına kadar her şeyi konuştuk.
1 AY SONRA 10 MİLYON İMZA HEDEFİNE ULAŞACAĞIZ
Kamuda türban özgürlüğü için 10 milyon imza kampanyası başlattınız. Yeterli desteği aldınız mı? İstediğiniz seviyeye geldi mi?
"Şu anda 10 milyon hedefimizi 3 milyona ulaşmış olarak devam ediyoruz. Bir ayı tamamladığında şu gidiş 10 milyonu geçeceğini gösteriyor yeterli desteği de görüyoruz, farklı kesimlerden, farklı sendikalardan. Yani birçok sendika başkanı yöneticisi, 'kurum olarak bir destek kampanyası açıklayamayız ama ben destek veriyorum' diyor, gidiyorlar imza atıyorlar stantlara bireysel desteklerini veriyorlar. O açıdan çok ummadığımız kesimlerden bile yani sanatçı camiasından bile destek açıklıyorlar. Bugün 89 imza geldi Almanya’dan. Ve Almanya’da imzayı gönderen kadın; "Ben başı açık bir kadınım, Türk’üm Almanya’dayım" diye başlamış. "Başı açık bir kadınım ama başörtüsünün yasak olması kanıma dokunuyor benim ülkemde" diyor, gurbetteki bir kadın. O etrafındaki market çalışanları ve o sokaktaki Türklerle beraber bir saatte 89 imza toplamışlar. Bugün için bana göre en anlamlı destek bu. Bu müthiş bir destek; sayının 89 olması değil, oradan kendi ülkesi ve değerlerle ilgili o sancıyı duyarak buna yaklaşması. Stantlarımıza rağbet bir hayli fazla, yağmur, kar, kış olmasına rağmen imzalar atılıyor. 10 milyonu geçeceğiz inşallah şu anda gördüğüm tablo o.
10 milyon imza topladıktan sonra ne olacak, kamuda türban engeli kalkacak mı, umdurunuz var mı?
"10 milyon imzanın sonunda ne olacak sorusunu 10 milyon imzasının öncesine bakmakta fayda var. İsterseniz önceye bakalım, daha sonra da imza sonrasına gelelim. Biz kurulduğumuz günden bugüne, hep ekmek ve özgürlük irtibatını sıcak tuttuk. Geçmişte bazı işçi sendikaları, yakın tarihte bazı memur sendikaları işte 5’li çete içerisinde yer alarak, ona ev sahipliği yaparak yani bir tarafta ekmek istiyormuş gibi ama diğer tarafta milletin iradesinin de ekmeğini de tokatlayacak unsurlara payandalık yapmak, yanaşmalık yapmak.
"Bu iktidar iş başına geldiği günden beri de başörtüsü yasaklarının kalkması, katsayı engelinin kalkması, millet iradesi, yargının Türk milleti adına karar veriyor olması, ortak akıl mitingleri, referandumda evet çıkmasına öncülük etmek gibi bir çok çalışmanın içinde yer aldık. Referandumdaki evet'e öncülüğümüz, sloganımız 'toplu sözleşmeye de toplumsal sözleşmeye de evet' idi. Artık biz 'devletin milletinden, milletin devletine geçmek istiyoruz' dedik. Referanduma kadar, Türkiye’deki kurgu; devlet kutsaldır, vatandaş önemsizdir.
"Vatandaşın devlete karşı sorumlulukları neler olmalıdır? Belirleme yetkisi devletindir, devlet hem sever hem döver. Genelde de 10 yılda bir dövmüştür. Çünkü devlet, Türkiye Cumhuriyeti devleti olmaktan çıkarılmış derin devlet, bürokratik devlete döndürülmüştür. Tüm darbelerin temelinde bu var. Şimdi referandumla milletin devletine dönüştü. Artık devlet, millet karşısında görevleri nelerdir sorusunu sormaya başladı. Biz bu soruya cevabın, en mükemmel biçimin yeni anayasa olacağına karar vererek referandumdan sonraki hafta yeni anayasa startını verdik, yeni anayasaya start verdik. Referanduma da 'yetmez ama evet' dedik. Bu doğrultuda 49 bin 700 kişiyle yüz yüze anket yeni anayasa çalışması için, Uluslararası Anayasa Kongresi. Sonra TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, MEMUR-SEN 24 sivil toplum örgütüyle Türkiye Konuşuyor Platformu olarak TBMM Başkanı Cemil Çiçek'in de içinde olduğu ve 4 siyasi partinin anayasa uzlaşma komisyonu üyeleriyle 13 ilde Türkiye’yi konuşturduk ve MEMUR-SEN olarak da çok ciddi katılım sağlayarak elimizden geleni yaptık.
VAATLER YERİNE GELMEDİ
Vaatler yerine getirildi mi?
"Sayın Cemil Çiçek’in bize ve kamuoyuna vaadi, 31 Aralık 2012 sonuna kadar yani 1 Ocak’a kadar bir uzlaşı metni hazırlayarak yeni anayasaya dair kamuoyunun önüne bir tablo koyacaklardı. Baktık ki, Ekim, Kasım, Aralık aylarında bu da savsaklanıyor buradan bir şey çıkmayacak. Bunun üzerine başörtü yasağının kaynağı nedir'e yeniden döndük. Anayasa'da yasak yok, yasalarda yasak yok. üniversite de başörtüsüyle ilgili 411 milletvekilinin üniversitede başörtüsü serbest olsun kararını veto eden Anayasa Mahkemesi var. Devlet memurlarında da 82 model bir yönetmelik var. Başlar açık, saçlar taralı, ayak topukları şöyle, işte erkekler bıyıklarını üsten alamazlar, favorileri uzatamazlar, kadınların eteği yırtmaçlı olamaz ne bileyim neredeyse ayakkabı numarasına kadar tayin etmiş bir yönetmelik. Hangi iklimde? Darbe ikliminde 80 darbesi, 82 anayasası ve 82 yönetmeliği."
"Öyleyse ağaç düştüğü yerden doğrulsun, kalksın istedik ve yönetmeliğin kaldırılması gerektiğine inandık. Bunu 2 yolla yapmak mümkün. Bir, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkını kullanarak, bir de yönetmeliğin doğrudan kamuoyu oluşturup kaldırılmasını isteyerek. İktidarın kamuoyu oluşturulmasına ihtiyacı var mı? İsterse kaldırır, yok. Ama benim sivil toplum örgütü olarak görevim, istediğim bir şeyi milleti arkama alarak eğer iktidar çözmek istiyorsa işte millet, çözmek istemeyip kaçmak istiyorsa asla kaçamazsın demek. Yani millet bunu istiyor. Sizi seçen millet sizden bunu da istiyor. Öyleyse bu çözülsün. Bireysel başvurunun startını da verdik. Ama ikincil mevzuattaki hukuki düzenleme 23 Eylül 2012’den sonra ceza almış olmayı beraberinde getirdiği için bugünde konjonktürel olarak ceza verilmediği için hak var ama kullanımı neredeyse bu haktan yararlanma neredeyse imkansız.
10 binlerce kadın görevden el çektirildi, meslekten ihraç edildi, peruk takmak zorunda bırakıldı, istifa ettirildi ama hepsi geride kaldı. 23 Eylül 2012’den beri ceza almış bir kadın memur yok, konjonktürel olarak da yok. Üniversitede ceza alan kız öğrenci yok. O zaman artık darbecilere karşı olan bu iktidara ey iktidar, darbecilere; 'yönetmeliğinizi de alın, gidin' deme vakti geldi çağrısı yapıyoruz. Tabanı back roundu bu gerçekler olunca biz Hükümetten de bunu kaldırmasını bekliyoruz. Onun için 10 milyon imza çok önemli bu 10 milyon imzanın içerisinde çok farklı kesimler var, şu anda 3 milyonu bulduk. Başı örtülü olan var, başı açık olan var, Alevi’si var, Sünni’si var, Türk’ü var, Kürt’ü var, solcusu var, sağcısı var, ateisti var, muhafazakarı var, yani devlete dair tanımında vatandaşını tanımlayan devlet yaklaşımından kurtulup vatandaşını tanıyan ve öteki oluşturmayan devlete geçiş isteyen herkes bugün imza kampanyasında bizimle beraber. İşte İstanbul’da bir basın toplantısı yaptık, bir duyuru yaptık. Senaristlerden, sanatçılara kadar, sporculara kadar."
TOPLUM BU SORUNU AŞMIŞ DURUMDA
Bir özgürlük mücadelesi bu. Buna herkesin destek vermesinin nedeni de bu zaten öyle değil mi?
"Evet. Zaten toplumda başı örtülü, başı açık diye bir sorun yok ki, toplum bu sorunu çoktan aşmış. O zaman bu imza kampanyasıyla biz neyi sağlamış olacağız. Kadına başörtülü kadına eş kontenjanından birey yaklaşımını bitirmiş olacağız. Eş kontenjanından birey ne demek? Cumhurbaşkanı eşi olabilir başörtülü kadın, başbakan eşi olabilir, milletvekili eşi olabilir, memur eşi olabilir, belediye başkanı eşi olabilir, encümen eşi olabilir, bürokrat eşi olabilir ama başörtüsüyle bunların hiç birisi olamaz doğru mu? O zaman Türkiye’de birey tanımı çarpık. Kadına başı açık kadın gibi ya da erkek gibi doğrudan bir birey muamelesi çekilmiyor. Böyle bakılmayınca eğitim hakkı, çalışma hakkı ve siyaset hakkı gasp ediliyor. Yani sistem işte başörtülü kadın sayısı Türkiye’de ne kadardır. Bu kadınlar baştan zaten 3 hakkı kullanamıyor. Bu 3 hakkın teminatı evrensel hukuk mudur? Evrensel hukuktur. Anayasamız mıdır? Anayasamızdır. Yani mevcut Anayasanın 70. maddesinde bunlar kanun ve yasalar önünde herkesin eşit olduğunu başka cehiller istenmeyeceğini ifade ediyor. O zaman başörtülü öğretmenin öğretmenlik yapması niteliğine mi aykırı? Kravatlı mühendisin kravatı, kravatsızlığı mühendisliğine mi engel? Bıyıklarını üstten alan doktorun alması bu tedavi hizmetlerine mi engel?
Siz sürecin sonundan umutlu musunuz?
"Sürecin sonundan umutluyum. Biz bu zamana kadar milletle beraber hangi projeyi hayata geçirmeye çalışmışsak hep başarılı olduk. Ortak akıl mitingleri, referandum, kat sayı engelinin kaldırılması, Milli Eğitim Şurasında alınan kararlar, bunların hepsini biz milletle beraber yaptık."
BU SORUNU HALK ÇÖZER
SORU- AK Parti 11 yıldır iktidarda. Neden bu sorunu bu kadar erteledi, neden çözmedi? Türbanlı bir çok kadına göre de sorun çözülmek istenmiyor, sizce neden çözmüyor?
"Sorunu AK Parti ve başörtülülere indirgersek her iki açıdan da sorunlar olduğunu görürüz. Başörtülü köşe yazarlarından, başörtülü devlet memurlarına kadar bu soruna yeterince sahip çıktılar mı? 28 Şubat sürecini kast etmiyorum. 28 Şubat sürecinde başörtülüler hiçbir erkeğin ödemediği bedeli ödemiştir, duruş sergilemiştir, meslekten atılmayı göze almıştır ve meslekten atılmıştır. Ama AK Parti iktidara geldikten sonra başörtülüler, 'nasıl olsa AK Parti iktidarı bunu çözer' diye ihale mi etmiştir, yoksa soruna sahip mi çıkmıştır. Şu anda köşe yazarlarından başörtülülerin birçoğu, özgürlük için 10 milyon imza kampanyasına köşelerinden birkaç satırla destek verdiler. Hiç birisinin desteği Gülay Göktürk’ün desteğinin 10’da 1’i kadar olmadı. Yani sorunu yaşayanların, AK Partiye ya da başkalarını ihale etmeden 'bu benim sorunum, birey sorunu, özgürlük sorunu iktidarda kim olursa olsun bu haktır bu hakkı elde edinceye kadar dünya görüşüne bakmadan soruna sahip çıkmalıyım' dedi mi? İktidar da bu sözlere ayak uydurdu mu? Her ikisine girersek bazı sorun alanlarıyla karşılaşabiliriz. Ben bu alanlara girmemek için diyorum ki, başörtü yasağını getirenler darbenin, tek tip insan yetiştirmenin, milleti terbiye etmenin, milleti göbeğini kaşıyan adamlar ilan ederek onları yönetimlerden uzak tutmanın bir yolu olarak bu yasaktan medet umdukları için bu sorun, başörtülü kadınlardan ziyade erkeklerin ve başı açık kadınların sorunudur. Eğer onlar bu sorunun çözümünde öncülük ederlerse artık öteki oluşmayan ve birbirinin sorununa sahip çıkan bir millet olgusunu ve Çanakkale ruhunu yeniden diriltmiş olacağız."
Başörtü yasağı üzerinden kız çocuğu okula gittiğinden mütedeyyin bir anne babanın çocuğu ilkokuldan başlar başını örtemezsin kızının, ortaokulda örtemezsin, lisede örtemezsin ÖSS Sınavına girerken örtemezsin örtersen dayağı yersin. ÖSS Sınavına girdin eleme başlıyor mu? Yani ikinci sınıf insan muamelesi. Üniversiteye kazandın, üniversiteye giremezsin, üniversitenin kapısında turnikeler arasında. KPSS’ye giremezsin. Hadi KPSS’den geçtin. Memuriyet yapamazsın, siyasete giremezsin. Yani siz daha baştan uluslararası hukukun doğuştan gelen haklarla teminat aldığı birçok hakkı, bazı insanlarınıza baştan 'hayır sen kat sayı engellisisin' diyorsun. Erkekler de çıkıyor televizyona başörtüsünü tartışıyor. Kocaman erkekler başörtü şöyle midir, böyle midir, siyasi simge midir, değil midir; bunu tartışıyor. Başını örtecekse şuradan bağlarsa köydeki teyzem gibi olur, buradan bağlarsa türban. Sana ne kardeşim, sana ne yahu. Bu ne rezil erkekliktir ki, kadının başını örtüp, örtmeyeceğine, örterse nasıl bağlayacağına karışma yetkisini kendisinde gören bir toplum mühendisliği bir kadınlık, bir erkeklik tanımı olur mu? Batı bunu nasıl aşmış?"
SÜRECİ İYİ YÖNETMEK LAZIM
Milli Eğitim Bakanı değişti. Nabi Avcı sizce nasıl bir performans sergileyecek? Yaptığı açıklamalarda kılık kıyafet serbestisini tekrar bir gözden geçireceğiz. Kıyafet serbestisi hayal mi olacak?
"Evet tekrar gözden geçireceğizin anlamı; daha genişleteceğiz mi, daha da daraltacağım mı? Onu bilemiyorum."
Kılık kıyafet serbestisi birazcık da forma üreticilerini sevindirdi gibi haberlerde çıktı, acaba kalkar mı?
"Evet, tam sorun burada. Sorun ne? Forma üreticilerini üzmemek için adım atmak ya da forma üreticilerini sevindirecek adımlar atmak. Merkezinde insan olması lazım. Ömer Dinçer Bey’in Milli Eğitimle ilgili yaptığı düzenlemelerden birisi öğretmenlik fakültelerinde okuyan kızlar isterlerse okullarda staj yaparken başını örtebilecek. Bu harika, olması gereken bir şey. Diğeri imam hatip lisesinde okuyan kızlar isterse başını örtebilecek. Yani okul merkezli, öğrenci merkezli değil. İmam hatip lisesindeki kız, ticaret lisesine geçiş yaparsa bu hakkı yok. Kur’an-Kerim dersinde isterse örtebilecek. Ama fizik dersine girerse, matematiğe girerse örtme hakkı yok. Yani serbest kıyafette getirenler, dayatanlar tek tip insan yetiştirmenin bir argümanı unsuru olarak getirmişlerdi, bilinçli bir tercihti. Rahat, hazır ol Milli Güvenlik dersi, andımız, tek tip kıyafet, şimdi kaldırıldı. Kaldırılması disiplinsizliğe yol açıyorsa pedagojik açıdan buna önlem alınabilir. Ama serbest kıyafetten kasıt, öğrencinin iki elbisesinden birini tercih etme fırsatının verilmesiyse bu birey olmaya yönelik önemli bir adımdır. İşte zengin, fakir kamufle oluyordu bu ne kadar inandırıcı olabilir.
"Onun için, bu süreci iyi yönetmek lazım, 3 tane elbisesi var çocuğun, anneciğim, bugün ben şu elbisemi giyeceğim diyor. O, onun soru sorma, itiraz etme, düşünme, gelişme, pedagojik, o kadar önemli bir şey ki, bu fırsatı bu çocuklara verelim, vermemiz lazım. Artık kaporta, bakım hizmetlerinden gönüle, kalbe hitap etme ve girme hizmetlerine geçmek lazım."
AİLELERE ÖNEMLİ GÖREVLER DÜŞÜYOR
İlkokula başlayan bir çocuk eğer Kur’an-ı Kerim dersinde başını kapatacak, o yaşta başörtüsünü kendi isteğiyle mi seçmiş olacak, yani kendi fikri mi olacak? Hani biraz önce dediniz ya, pedagojik gelişimi çok önemli diye, ne düşünüyorsunuz?
"İlkokul çağındaki çocuk için neyi giyeceğini konuştuğumuz şey, onun yakalık, siyah ya da mavi tek tipi elbise haricinde bir elbise tercihi üzerinde pedagojik duruyorum. Bu dediğiniz şey evrensel hukukun anne, babalara verdiği bir haktır. Yani anne babaları çoğunun dindar olmasını istiyorsa ona göre eğitim verir veya farklı eğitim verir; devletin de görevi alternatif üretmektir. Bu, devletin, benim ya da bir bakanın karışabileceği bir şey değildir.
Yani bugün Fransa’da Katolikler nasıl çocuklarını istediği gibi kilise eğitimine tabi tutma hakkını evrensel hukuktan alıp yapıyorsa, onlara göre dindar yetiştiriyor ve bu dünyanın her yerindeki insanlar için geçerlidir. Çocuk ve ebeveyni der evrensel hukuk, anne ve babası der. Dolayısıyla, o çocuğunun ne giyeceğine, başörtü ya da başka elbise, bu devletin ya da benim, sizin işiniz olmamalı, kendisi ve anne, babasının kararı olmalı. Zaten inancımız gereği de çocuklar, her doğan çocuk İslam fıtratı üzere doğar, Müslüman olarak doğar, sonra ergenlik çağına ulaşınca ya devam eder ya da başka tercih eder. O açıdan baktığımızda, ergenlik çağına ulaşıncaya kadar bir vasi hükmü anne, baba üzerinde dinen, hem de uluslararası hukuk, evrensel hukuk boyutuyla vardır, Batı da bunu hayata sürmektedir. 18 yaşından sonra Katolik, Protestan ya da dinlerine göre şeriatçı yetiştirdikleri çocukları, ateistliği ya da İslam’ı ya da bir başka dini seçebiliyor mu Batı’da? Seçebiliyor. Türkiye’de de bunun örnekleri var mı? Var. "
Seçmeli dersler arasında din eğitiminin olması konusunda en büyük sorumluluk ailelere düşüyor yani?
"Bir koruyucu din eğitimi, din eğitimine dolaylı olarak girmiş olduk, bir de dönüştürücü din eğitimi. Bence Müslümanım diyen herkesin çocuğu koruyucu, yani kendisi üzerinde misyonerlik, alkol, satanizm, uyuşturucu, illegal kirli şeyler uygulandığında dinini kültür olarak bilme, koruyucu din eğitimine sahip olması lazım. İsteyen anne, baba ya da çocuk da dönüştürücü, yani inşacı din eğitimini alması zaten hem anayasamızın, hem de evrensel hukukun garantörlüğü altında, buna müdahale etme hakkı kimsenin yok. Ama burada imam hatip lisesi ve Kur’an-ı Kerim dersinde de olsa, öğrenciye kısmi bir özgürlük tanınıyorken onun dersine giren öğretmene 82 model yönetmelik dayatılmaya devam ediyor ya da 1930 yılında seçme hakkı, 34 yılında seçilme hakkı verilen kadına 2013 yılında hala ne giyeceğini seçme hakkı vermiyoruz; çok gülünç bir durum."
YANDAŞ DEĞİLİZ
MEMUR-SEN hakkında, Hükümete koşulsuz destek veriyor deniyor, bir yandaş sendikadır deniyor. Ben de böyle açık açık, net bir şekilde sormak istiyorum, siz yandaş sendikası mısınız?
"Bunu MEMUR-SEN için İktidarın yandaşı derler, KAMU-SEN için Ergenekon’un ve MHP’nin yandaşı derler, KESK için BDP’nin ve KCK’nın yandaşı derler. Ama 'bu denenlerin hangileri için bu doğrudur 'sorusunu sormak lazım.
KAMU-SEN yetkili olduğu yıllarda etkili hiçbir toplu görüşme esnasında, toplu görüşme sürecinde iş bırakma eylemi yapmadı.
KAMU-SEN, MHP İktidardayken zaten sesini çıkaramazdı, Resul Akay hafif bir ses çıkarmıştı ki, Devlet Bahçeli dövdü, gidiş o gidiş. Ve KAMU-SEN’in genel başkanlarını MHP’nin tayin ettiğine dair medyada, Cumhurbaşkanlığına giden kasetlerle de, işte Şuayip Özcan eski TÜRK EĞİTİM-SEN’in Genel Başkanı. KAMU-SEN Genel Başkanlığına aday olunca bir web sitesine verdiği mülakatta, "İsmail Koncuk benim Genel Sekreterimdi, TÜRK EĞİTİM-SEN’e o genel başkan olacaktı, KAMU-SEN’e de ben olacaktım ama, MHP’den birileri çağırdı, genel başkanlarla toplantı yaptı, talimat verdi ve İsmail Koncuk da beni böylece sattı" diye, MHP’nin emriyle satışın gerçekleştiğini ifade eden, kamudanhaber internet sitesinde mülakatını okumayan kalmamıştır.
KESK’in KCK’yle, BDP’yle, İmralı’yla muhabbetini de zaten yargı kararları ortaya kokuyor.
Ama MEMUR-SEN’in İktidarla bağlantısında özgürlük konularında, evet, aynı hedefe yönelmişsek, referandum, ortak akıl, katsayı, başörtü yasağı... Şu anda kızıyor olabilirler, bilmiyorum Başbakanın açıklamalarından niye bireysel başvuru hakkını kullanmıyorlar gibi ifadeler basına yansıyor, siz de duyuyorsunuz. Ama biz geçen yıl ilk toplu sözleşme içerisinde Türkiye içerisinde iş bırakma eylemi yaptık ve katılım Milli Eğitim Bakanlığı’nda birinci sırada EĞİTİM-BİR-SEN’in üyeleri.
ÖMER DİNÇER'İN DÜNYA GÖRÜŞÜ BİZİMLE AYNI AMA...
Bakanlık değişimi oldu. Ömer Dinçer dünya görüşü olarak yüzde 100 bizden bir insan. Ama ben 21 yıllık sendikamızın tarihinde ilk iş bırakma eylemini bu Hükümete ve bu Hükümetin Bakanına karşı yapmış bir Genel Başkanım, onun için, kuruş mu, duruş mu sorusu sorulduğunda, kesinlikle duruş deriz, kınayıcının kınamasından, kimin kızacağından asla korkmayız, ama birileri karşı koymamızı istediği için de karşı koymayız.
4+4 kesintili eğitim şurada benim önergemle karar alınmış bir konuydu, sisteme evet, uygulanmasında yüzlerce hayır dedik.
Bu İktidar ne yaparsa yapsın, KAMU-SEN’in ve KESK’in söylediklerinin yüzde 100’ünü yapsa bile, bu İktidar gitsin demeye devam edecek mi KAMU-SEN de, KESK de? Edecek. Ben bu İktidar gitsin demiyorum, iktidara kimin gelip kimin gideceğine millet karar verir. Bu iktidar taleplerimizi versin, karşılasın. Biri gitsin diyor, ne yaparsa yapsın. Gitsin dediklerinde, gelsin dedikleri adamların ne halde olduğunu gördük biz, ANASOL-M Hükümetini yaşadık, MHP’yi gördük, DSP’yi gördük, CHP’yi gördük, neye muhtaç olduğumuz dönemleri gördük.
Onun için biz, ekmeğinin büyümesi, özgürlüklerin genişlemesi, ekmekten hak ettiğimiz payı almak, doğruyu kim yapıyorsa yapsın kim olduğuna bakmayız, yanlışı kim yapıyorsa yapsın ona da karşı durmaktan imtina etmeyiz. Bizim 3 ay öncesine kadar son 9 ay İktidarla kavgayla geçmiştir."
BAŞBAKANLA GÖRÜŞTÜM
Peki, 4+4+4 sisteminde uygulamadaki en büyük yanlış gördüğünüz, şurası da şöyle olmaması gerekiyor dediğiniz bir şey var mı?
"Bu saatten sonra geriye dönük ne kadar girmek lazım, ne kadar girmek doğru olur bilemiyorum, ama kırılma noktalarına söyleyeyim size.Mesela Başbakanın bugün eş tayiniyle ilgili verdiği müjde, bizim var olan hakkımızı kaybedip sonra yeniden bulma müjdesidir.
Geçen yıl Sayın Bakan 'Şubat atamasını kaldırdım' dedi. Ben Sayın Bakana gittim dedim ki, 'Sayın Bakanım bu yanlış, bu insanlar, aileler ayrı. Öğrenciler?.. Öğretmenlerin de çocukları var', dedim. Önce kabul etmedi, biz yine Sayın Başbakanımızı ziyaret ettik, bunun olmasını gerektiğini ifade ettik. Bu sefer Sayın Bakan bizi davet etti, bu kez yapıyorum ama, bundan sonra Şubat olmayacak dedi. Hayır dedik, bundan sonra Şubat olmayacak doğru değil. Bu sene yine Şubat atamasının olmasını istedik. Niye? Öğretmenlerin çocukları da öğrenci, onlar da anne, babalarının bir arada olmasını istiyor ve her yerde de ihtiyaç var.
Gaziantep’te Sayın Başbakan 'bunun üzerinde çalışıyoruz' deyince, yine biz müjdeye yakınız dedik. Çünkü ben daha önce Sayın Başbakanımızı ziyaret ettiğimde atanamayan öğretmenlerin hiç değilse 30 binin derslerin boş geçmemesi, ücretli öğretmen çalıştırmamak için ve bekleyenleri de sisteme dahil etmek için Şubat’ta atanması ve mazeret tayinlerinin yapılmasını özellikle istirham etmiştim. Aradan 1 gün geçti, Sayın Bakanımız burada Şubat’ta eş tayini yapılmayacak deyince ben yine hemen Sayın Başbakanımızın Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan Beyi aradım ve bir bilgi notu gönderdim, yani bunun olması gerekliliğine ve bir de işleyiş biçimine dair bilgi notu, bugün yürürlüğe girdi.
4+4+4'TE UYGULAMA BECERİKSİZLİĞİ OLDU
Kırılma noktaları neydi?
4+4+4 sistem hayata geçmiş, 5’inci sınıf öğretmenlerinin açığa çıkma ihtimali var, biz de Sayın Bakana güvenerek 5’inci sınıf öğretmenlerin güvencesi biziz dedik, yetkiliyi sendikayız. Ve Sayın Bakana gittik dedik ki, Sayın Bakanım, 42 bin tane öğretmen geçmiş hükümetler zamanında sınıf öğretmeni olmadığı halde, içindi ziraat mühendisi de var, fizikçi, kimyacı, tarihçi, matematikçi, edebiyatçı sınıf öğretmeni olarak tanmış, bunların büyük çoğunluğu branşlarında, yani sınıf öğretmenliğinde huzursuzlar. Bunları branş geçişine isteyenlerin müsaade edin.
İki; 40 bin öğretmen alacaksınız, 40 bin öğretmeni hani branşta, kimleri alacağınıza şimdi karar vermeyin, önce bu branş değişimini yapın, eş tayinlerini tamamını yapın, becayiş hakkı tanıyın, Muğla’dan Ankara’ya gelmek isteyen gelsin, Ankara’dan Muğla’ya aynı branşta, tanıyın, ondan sonra bir tomografi çekin, boşalan yerlerde hangi branşlarda öğretmen açığı var, 40 bini böyle atayın dedik. O gün 27 bin sınıf öğretmeni fazla gözüküyordu, Sayın Bakan bizi dinlemedi, önce 40 bin öğretmeni aldı, sonra branş değişimine müsaade etti. Bu sefer branş değişimi sınıf öğretmenliğinden daha ziyade kendisini fizikte başarılı görenler değil de fiziğe geçersem istediğim yere tayin olurum diyenlerin gittiği, istediği yere giden ama, alanında mutsuzluğu gitmek durumunda kalan bir öğretmen yapısı oluştu. İlkokul 1’e gelen öğrenci sayısında da yüzde 60 civarında artış olunca, sınıf öğretmeni fazla olacak derken en fazla öğretmen açığı sınıf öğretmenliğinde oluştu.
Yani, sistemin kendisine evet, çünkü ilkokul temel beceri, çevreye duyarlı olma, orta okul sistemli bilgi, seçmeli dersler havuzu sanatından din eğitimine, felsefesinden spor eğitimine, son 4 hayata hazırlık, gerçekten çağdaş bir modele geçtik, ama süreci yönetemeyen bakanlık yetkilileri eliyle ipler koptu, diyaloglar kesildi. Biz referanduma öncülük yaptığımız zaman çok güzel tadını çıkarmıştık, 4+4’ün tadını Bakanlığın uygulama beceriksizlikleri yüzünden yeterince tadını çıkaramadık, böyle bir sorun yaşadık.
ÖMER DİNÇER'İN EN BÜYÜK EĞRİSİ...
Sözlerinizden, Ömer Dinçer’in gitmesi ve Nabi Avcı’nın gelmesi yerinde bir karar oldu; bunu mu anlayalım?
"Ömer Dinçer gibi ideolojik olarak, adanmış olarak, dürüstlük olarak, kendini verme olarak, inandığı şeyleri yapma olarak doğru bir adamın başta öğretmen ve en büyük paydaşı EĞİTİM-BİR-SEN’le kurduğu ya da kurmadığı ilişki biçimi, onun, o kadar doğru adamın en büyük eğrisiydi. Ve bu yolculuk devam etseydi, hem ona, hem bize, hem öğretmenlere, hem AK Parti’ye zarar vermeye devam edecekti. Yani üslup ve tarzla ilgili bir şey bu, yani her çıkışında sıkıntı yaşıyorduk.
Öğretmenleri yem bekleyen güvercinlere benzetmişti...
"Gidenin arkasından konuşmak doğru değil. Ömer Hocamız dürüst, özgürlükçü, özgürlük adımlarıyla ilgili ve bu mükemmel sistemin hayata geçirilişinde Bakan olması, onun asla unutulmayacak yanları. Ama doku uyuşmadı, beden dili örtüşmedi, doku uyuşmadı, aynı dili konuşamadık. Ben Nabi Hocada böyle bir sorunun yaşanmayacağını biliyorum. Nabi Hoca da Ömer Hoca gibi aynı düşüncede, aynı kararlılıkta, aynı birikimde bir arkadaşımız. İletişim arızası da olmayacağına göre, öğretmenleri de, bizi de, EĞİTİM-BİR-SEN’i de, öğretmenleri de, kamuoyunu da daha güzel günler bekliyor; bunu böyle olacağını biliyorum.
ATANAMAYAN ÖĞRETMENLERİ KULLANDILAR
Şubat atamalarında mazeret atamaları yapılıyor ama, bir de atanamayan öğretmenler var, onların da çok büyük sorunları vardı, en büyük sorunları tekrar sınava girecek olmaları. Şimdi atanamayacaklar ve tekrar KPSS’ye girecekler. Zor bir süreç gerçekten KPSS’ye hazırlanmak, hem de bir çalışıyorlarsa başka bir yerde o çok daha zor. Ne düşünüyorsunuz, Başbakan niye randevu vermedi?
"Ben atanamayan öğretmenlere bana her geldiklerinde dedim ki, sizinle Sakarya Cadde’sinde, Sıhhiye’de, Tandoğan’a, Güvenpark’ta ben de gelir buradan sendikacılık yapabilirim, ama bunun size zerre kadar faydası olmaz, zararı olur dedim.
Biraz önce MEMUR-SEN ve KAMU-SEN arasındaki farkı izah ederken, birisi Hükümet ne yaparsa yapsın gitsin, diğeri de Hükümet doğru iş yapsın ve talepleri karşılasın diyor dedim. Onlar işte denize düşen yılana yapışır, sarılır hesabı, lehlerine olduğunu zannettikleri her cümle kuranın yanına gittiler ve yanlarından haykırışlarına aracılık ettiler; faydası olmadı zararı oldu.
Şu anda ne kadar net sayısını bilmiyorum. Ama herhalde en az 40 bin civarında ücretli öğretmen var, Bakanlıktan öğrenilebilir. Bunlar ya pedagojik formasyonu olmayıp, boşta gezen işi olmayan insanlara bari ders boş geçmesin diye çağırılan insanlar veya KPSS’den belli bir başarı elde etmiş ama istihdam olma biçimiyle atanıncaya kadar harçlığım olsun diye buna tevessül edenler, atandığı gün orayı terk edecekler olanlar öyle değil mi? Eğreti bir yol. Buradan kalite çıkmaz. Dört dörtlük bir eğitim sistemine geçmişiz öyleyse öğrencilerin dersine girecek öğretmenler kendini kadrolu, güvende gelecek yıllara dair planlama yapabilecek müfredata kendisi odaklamış kendi branşında istihdam olması lazım. Buradan çizdim bir. İkincisi de atanamayan öğretmenler bizim gençlerimiz. Bu ülkenin mevzuatına göre mezun olmuş, belli bir başarı elde etmiş bunların anne ve babaları bunları okutmak için ne bedeller ödemiş. Yani bunların birisi öğretmenliğe başladığı zaman 3-4 tane aileye de yansıması olacak bir şey. İki, Milli Eğitim Bakanlığı da 124 bin öğretmene ihtiyacım var diye resmi açıklama yapıyor. Yani kalite, iş güvenceli istihdam, ihtiyacı karşılama o kadar mükemmel 3 şey var ki bunu bir arada buluşturmak. Bizim yansıttığımız insani gereklilik ve bunların ben çoğunu işte Başbakandan dönüşte web sitesine atanamayan öğretmenlerin sorunlarını da Başbakanımıza taşıdım diye yani bunu bir sendikal sesle yükseltip, bunlar atandığı zaman MEMUR-SEN’e gelsinler gibi bir ucuz yol içerisine girerek bir ses yükseltmesine gitmedim. Çünkü, bağırırsınız kimse atanmaz. Ama önemli olan bunların atanmasıydı. Ben bu gençlerin bazı sendikalar tarafından kullanıldığını görüyorum, aldatıldığını düşünüyorum. Onların bir çoğu bunu şu anda anlamış durumda ama iş işten geçti. Yine de Başbakanımızla ilk görüştüğümde de Sayın Bakana da birkaç gün bu yoğunluğu hayırlı olsun trafiği geçsin raporu hazırladım. Raporunda temel taleplerden birisi olarak 30 bin Şubat’ta öğretmen atamasının yapılıp kalanının Ağustos’ta yapılmasını talep etmek şeklinde taşıyacağım."
MEMURLARA YAPILAN ZAMMI KABUL ETMİYORUZ
Evet gelelim memur maaşlarına. Memurlara yapılan zammı nasıl buluyorsunuz? Sanırım en fazlası 34 liraydı.
"Memurlara yapılan zammı kabul etmediğimiz için toplu sözleşmeye imza atmadık zaten. Keşke toplu sözleşme yasasını çıkartan, çıkmasına öncülük eden bir konfederasyon olarak imzalayabileceğimiz bir toplu sözleşme ortaya çıkabilseydi, ama çıkamadı. 6 ay gecikmişliği vardı, üzerimizde stres vardı, yasanın çıkışında Hükümetle kavga etmiştik. Bizim Faruk Çelik’le uzlaştığımız taslak yüzde 90 değiştirilerek Bakanlar Kurulu'na gitmişti. Onun üzerine Meclis’in önünde Güvenpark’ta miting, Meclis’in önünde eylemler yaptık. Elbette her eylem o gün için bazı sorunları çözmez ama gelecekteki sorunların çözümü için bir müktesep oluşturur. Ben sendikal zenginliğimiz eylem kültürümüzün kamuoyundaki yeri, iktidarın önünde yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimler gibi 3 seçimin 3’nünde aynı toplu sözleşme içerisinde yapılacak olması. Çünkü bizim yapacağımız toplu sözleşme 2014-2015’i iki yılı kapsayacak. 3 seçimde bu 2 yıl içerisinde her açıdan elimiz daha güçlü diye düşünüyorum."
Polis sendikası kuruldu ama buna itirazlar yükseliyor, ne düşünüyorsunuz?
"Arkadaşların mücadelesi devam ediyor, biz de destek olduk. Bizim polislerden önce sendikalı olmasının istediğimiz ve yasamızdaki en büyük ayıp Emniyet Genel Müdürlüğünün, Genelkurmayın, Meclis’in ve Cumhurbaşkanlığının sivil memurlarına sendikalı olma hakkı tanınmaması ILO’ya aykırı. En büyük ayıp o."
Sivil memurlara?
"Evet sivil memurlara. Önce onlara o hak verilmeli, onlarla beraber onlardan sonra da hakimler, savcılar, polislerde sendikalı olmalı, toplu sözleşme hakkı konuşulabilir, tartışılabilir. Yani dünyanın birçok ülkesinde polislerin, hakimlerin, savcıların sendikalı olduğu yerlere bakıyoruz sendika hakkı, örgütlenme hakkı var ama toplu sözleşme hakkı yok, grev hakkı yok bu haklara sınırlama getirmişler, ama örgütlenme hakkına sınır getirmemişler. Dolayısıyla bugün çalışma şartlarından dolayı ciddi sıkıntılar yaşayan 1’in 4’üne üniversite mezunu olduğu halde gelemeyen, o kadar özlük hakkı sorunları var ki bunlar bu sorunu nasıl dile getirecekler. Ben polislerinde örgütlenmesine destek olunması gerektiğini düşünüyorum.
İŞ-KUR işsizlik maaşları çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce yeterli mi işsizlik maaşları?
"Bizim çok alanımız değil ama, şöyle diyeyim. Geçen hafta biz Faruk Çelik Bey’le bir iki saatlik bir toplantı yaptık. Hiç alanımız olmadığı halde taşeronlarla ilgili de destek verdik. Yani onun da sevabına talibiz. Çünkü alt iş verenlerin iş güvencesinin olmaması, patron kızınca göndermesi, işte maaşlarının belli süre ödenmemesi filan gibi birçok keyfiyet var. Bu keyfiyetlerinin ortadan kaldırılması için taşerona ne bir çeki düzen verilmesi ve sendika hakkı işçi sendikalarına üye olabilirler olurlarsa sendika hakkı tanınması gibi. İŞKUR’un işsizlerle ilgili verdiği maaşla düne göre dün hiç yoktu bugün iyi, elbette geliştirilebilir ama düne göre kıyaslamayacak kadar iyi.
MESAİ YAPTIRIYORSANIZ ÜCRETİNİ ÖDEYİN
Adalet Bakanı Sadullah Ergin'le bir görüşmeniz olmuştu. Adliyede çalışan memurların mesai ücretleri ödenecek mi?
"Adalet Bakanı'nı ziyaretimizde de bakanlıktaki sorunları dile getirdik. Onlarda mesai sorunu var, bu mesai sorunun çözülmesini istedik Bakandan; yani ya mesai yaptırmayın ya da mesai yaptıracaksınız mesainin ücretini ödeyin, başka yol istemiyoruz dedik. Diğer adalet çalışanlarıyla ilgili, mahkemeye çağıranlar, mübaşirlerin statüsüyle ilgili, 4 bin civarında mübaşir var, bunun genel idare hizmetlerine geçirilmesi teklifimizi ve gerekçelerin, torba kanununa ek yapılmasını yeniledik. Onunla ilgili BÜRO MEMUR-SEN detaylı haber yaptı.
Sözleşmeli çalışanlarla ilgili kadro sorunu hala devam ediyor, ne düşünüyorsunuz?
Sözleşmelilerle ilgili biz MEMUR-SEN kongresinde Sayın Başbakanımıza 196 bin sözleşmelinin kadroya geçiş müjdesini verdirmiştik, ondan sonra tamirat işleriyle uğraştık, tamiratla uğraşırken de taleplerimiz içerisinde şu anda yüzde 100 sözünü aldığımız belediyelerde çalışan 5393 sayılı 18 bin civarında sözleşmeli; ben bunu Sayın Bakana 2,5 saatlik toplantıda yeniden bir rapor hazırlayarak götürdüm.
Bir: evet, 5393 ve 5302 sayılı il özel idaresi ve belediyelerde çalışanların tamamı geçirilmeli.
İki; TRT’de 2354 Sayılı Kanuna göre yaklaşık 925 kişi çalışıyor, bunları istiyoruz.
Üç; Gençlik Spor Bakanlığı’nda 3289 Sayılı Kanun 30’uncu maddesi kapsamında çalıştırılan 600 civarında arkadaş var, bunları istiyoruz.
Dört: Diyanet İşleri Başkanlığı’nda 4B maddesi kapsamında sonradan istihdam edilen 7936 kişi var.
Beş; görev yaptıkları kurumların kuruluş kanunlarında yer verilen 657 Sayılı Kanun ile diğer kanunlarda sözleşmeli personel çalıştırılmasına ilişkin hükümlerine bağlı olmaksızın hükmü çerçevesinde istihdam edilen diğer sözleşmeliler var.
Başta Tarım Gıda Hayvancılık Bakanlığı olmak üzere, Adalet Bakanlığı da dahil 632 Sayılı Kanun Hükmündeki Kararnamenin yürürlüğe girdiği anda işte 4 bin kişi Tarım Bakanlığı alacağız demiş, belgelerini tamamlayanların bir kısmı Kanun Hükmünde Kararnameden göreve başladığı için kadroya geçmiş, kararnameden iki gün sonra göreve başlayanlar sözleşmeli duruyor, halbuki genel kapsamın içerisinde.
399 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamında istihdam edilen sözleşmeli personeli istiyoruz.
KİT’lerde, Kültür Bakanlığı bünyesinde ve başta Büyükşehir Belediyesi’nde olmak üzere avukat, mühendis, mimar, istatistikçi gibi unvanlarda çalışan işçi statüsündeki arkadaşları istiyoruz.
Bir de 4C’lilerimiz var bizim, 4C’lilerimizin yüzde 90’ı özelleştirmeyle, bir işi ve ekmeği varken, bir gün birilerinin sizin artık işiniz yok dedikten sonra yeniden hayata tutunmaya çalışan bu arkadaşlarımızın çalışma süresi 10 aydır, önce bunu Başbakana çıkarak 11 aya çıkardık ve maaşlarına 140 TL zam yaptırmıştık 2 yıl önce, bu sene toplu sözleşmede bunların çalışma süresini 11 ay 28 güne çıkardık, şimdi bunların kadroya geçirilmesini istiyoruz.
Biz Hükümete kalan sözleşmelilerin, KİT’ler hariç, tamamının kadroya geçirilmesini istiyoruz. Tamamı kadroya geçirildikten sonra bunların ve diğer memurların çalıştırılması, çalışmayı teşvik etmesi, çalışmayanlar varsa kimse çalışmayan memuru savunmaz, çalışmayana, işte 100 bin memurun içerisinde 1 memur işe gitmediği ya da çalışmadığı zaman 100 binimiz birlikte zarar görüyoruz. Biz memurlarımızın bu kadar ter akıp gece gündüz çalışıyorken haram para yiyor muamelesi görmesine tahammül edemiyoruz. Onun için, çalışmayan memur yoktur, çalıştırmasını bilmeyen devlet ve yönetici vardır tezinin hayata sokmak istiyoruz, bunun için büyük bir aşama kaydettik. Buna rağmen çalışmayan varsa asla yanında yer almayacağız."