Eğitim-İş MEB'nin yönergesine dava açtı!
Eğitim-İş Genel Başkanı Veli Demir yaptığı açıklamada MEB'in Öğretmenlik uygulama yönergesine dava açtıklarını duyurdu...
Eğitim-İş Genel Başkanı Veli Demir, Milli Eğitim Bakanlığı'nın Öğretmenlik uygulama yönergesine dava açtıklarını açıkladı.
İşte Eğitim-İ'in Genel Başkan Veli Demir imzasıyla yayınladığı o açıklama:
MEB’İN ÖĞRETMENLİK UYGULAMA YÖNERGESİNE DAVA AÇTIK
MEB, kendisine kılavuzluk yapan sendikanın önerdiği kurnazlığa
olur vererek, Öğretmen Adaylarının Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı
Eğitim Öğretim Kurumlarında Yapacakları Öğretmenlik Uygulamasına
İlişkin Yönerge”nin 15’inci maddesinde değişiklik yapılmış ve
değişiklik kapsamında öğretmen adaylarının sınıflara türbanla
girebilmelerinin önünü açmıştı. Akıldışı düzenleme ile “Öğretmen
Adaylarının Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Öğretim
Kurumlarında Yapacakları Öğretmenlik Uygulamasına İlişkin
Yönerge”nin 15 inci maddesi aynen; “Öğretmen adayları,
uygulama yaptıkları okullarda devam-devamsızlık, günlük ders
programları ile öğretim müfredatının uygulanması konularında
öğretmenlerin tabi oldukları kurallara uymakla yükümlüdürler.
Adaylara, disiplin ve diğer konularda yüksek öğretim kurumları
mevzuatı uygulanır” şeklinde değiştirildi.
Düzenleme ile son sınıfta okuyan öğretmen adayları Yüksek Öğretim
Kurumları mevzuatı çerçevesinde disiplin hükümlerine tabi
olacaklar, kılık-kıyafet gibi konularda da aynen üniversite
öğrencilerinin tabi oldukları kurallara tabi olacaklar. Değişiklik
halihazırda Eğitim Fakültelerinin son sınıflarında okuyan yaklaşık
50 bin öğretmen adayını kapsıyor. Mademki aday öğretmen kamu
hizmeti sunacağı sınıf içinde üniversite öğrencisi gibi davranacak,
o takdirde aday öğretmen sınıfa sadece türbanla değil;
şortla, çarşafla, çember sakalla, yırtık pantalonla, kipayla,
sarıkla, poşuyla, eşofmanla, karın kısmı açık tişörtle,
bereyle, sarkık bıyıkla, (erkek öğrenciler) uzun saç ve
küpeyle de girebilecektir.
Kendinize kılavuz olarak sendika tabelasıyla işkolunda siyaset
yapanları seçtiniz mi sonunuz bu traji-komik tablo olur. Bu tablo
Bakanlığa aklın değil, kurnazlığın egemen olduğunu, düzenleyici
iradeye egemen olan kadroların devlet yönetme bilincinden ne ölçüde
uzak olduğunu gözler önüne sermektedir. Yönergenin amacı
1.maddesinde;“Bu yönergenin amacı, öğretmen adaylarının,
öğretmenlik mesleğine daha iyi hazırlanmalarını, öğrenimleri
süresince kazandıkları genel kültür, özel alan eğitimi ve
öğretmenlik mesleğiyle ilgili bilgi, beceri, tutum ve
alışkanlıklarını gerçek bir eğitim-öğretim ortamı içinde
kullanabilme yeterliliği kazanmalarını sağlayacak uygulama
çalışmalarına ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.” şeklinde
açıklanmıştır. Yönerge’nin 4.maddesindeki tanıma göre ‘Öğretmen
Adayı’;öğretmenlik programlarına devam eden, öğretmeni olacağı
öğretim düzeyi ve alanında, okul ortamında, öğretmenlik uygulaması
yapan yüksek öğretim kurumu öğrencisini anlatır. Staj zorunlu olup,
öğrencinin staj yapmamak gibi bir tercih hakkı yoktur. Aday
öğretmenin, eğitim kurumlarında verdiği ders bir kamu hizmeti
sunumudur. Aday öğretmen, öğrencilere ders anlattığı sınıfta kamu
hizmeti alan değil, kamu hizmeti veren durumundadır. Öğrencinin söz
konusu kamu hizmetini almamak gibi bir seçeneği yoktur. Hal böyle
olunca, devletin eğitim kamu hizmeti sunma faaliyeti kapsamında
aday öğretmen statüsüyle kamu hizmeti sunan kişilerin sınıfta
öğrenci statüsünde kabul edilmelerinin hiçbir hukuki izahı
yoktur.
Öğretmen adayı olarak sınıfa giren bir kişinin sınıfta adayı olduğu
mesleğin gereklerine uygun bir görüntü vermesi gerekliliğine basit
mantık kurallarının doğal sonucudur. Aday öğretmen, öğretmenlik
mesleğinin gerektirdiği disiplin kurallarını okul ortamında bizzat
gözlemleyerek uygulayacaktır. Öğretmen adayı, okulda öğrenci olduğu
için değil, öğretmenlik pratiği kazanmak için bulunmaktadır.
Demokratik sistemlerde bireysel hak ve özgürlükler, bazı değişmez
ilkelerin devlet aygıtına tavizsiz biçimde egemen kılınması ile
mümkün olur. Bu ilkelerin en vazgeçilmez olanlarından bir tanesi
laiklik ilkesidir. Laik devlet, özetle toplumu oluşturan tüm inanç
gruplarına eşit mesafede duran, bir grubunun diğer bir grup
üzerinde baskı kurmasına engel olacak önlemleri alan devlet
modelidir. Dünya tarihinde, laiklik ilkesinin yaşama geçirilemediği
ülkelerin “istisnasız hepsinde” demokratik kurum ve kurallarının
dışlanmış olması tesadüf değildir. Demokrasi teorisi formülü son
derece net biçimde ortaya koymuştur; laiklik yoksa, demokrasi de
yoktur, olamaz. Anayasanın başlangıç bölümünde, Atatürk İlke ve
Devrimlerine bağlılık ve laiklik ilke olarak benimsenmiş, 2.
maddesinde de, Türkiye Cumhuriyeti’nin, başlangıçta belirtilen
temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti
olduğu belirtilmiş, 42. maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarında
eğitim ve öğretimin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda,
çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve
denetimi altında yapılacağı, bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim
kurumları açılamayacağı belirtilerek, laiklik ilkesine uygun eğitim
ve öğretim öngörülmüş, eğitim ve öğretim özgürlüğünün Anayasaya
sadakat borcunu ortadan kaldırmayacağı vurgulanmış, 174. maddesiyle
de devrim yasaları Anayasal güvence altına alınmıştır. Laiklik
ilkesini sulandırmayı hedefleyen düzenleme Anayasa Mahkemesi,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Danıştay kararları ile bu
kararların dayanak gösterdiği hukuki normlara aykırıdır. Düzenleme,
demokratik kurum ve kurallardan yararlanarak siyasi iktidarı elde
eden AKP'nin sayılan hukuki düzeni çiğnemek suretiyle laik devlet
modelini ortadan kaldırmaya yönelen sistematik girişimlerinden bir
tanesidir.
Uygulama, okulda kamu hizmeti sunumunda olması gereken asgari
ciddiyeti ortadan kaldıracağı gibi, okullara giren inanç simgeleri
öğrenciler ya da diğer kamu görevlileri üzerinde baskı
oluşturacaktır. Yönerge değişikliği bu haliyle Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi kararlarına açıkça aykırılık oluşturmaktadır. AİHM,
15.02.2001 tarihinde verdiği DAHLAB-İSVİÇRE kararında başını dini
simgeyle kapattığı için ilköğretim kurumlarında öğretmenlik
yapmasında izin verilmeyen öğretmenin başvurusunu reddetmiştir.
AİHM, “bu tür bir talebe izin verilmesinin diğer dinlere ait giyim
ve sembollerin de kullanımını gerektireceğini, bu durumda ise
okullarda devletin tarafsızlığını tehlikeye düşüreceğini” ifade
ederek yasağın başkalarının hak ve özgürlüklerinin, kamu
güvenliğinin ve kamu düzeninin korunması amacıyla orantılı ve
demokratik bir tedbir olduğuna hükmetmiştir. AİHM benzer tespitleri
SOİLE LAUTSİ-İTALYA davasında da yapmıştır. AİHM’e göre “Okul
binalarında ve dersliklerde çarmıha gerilmiş İsa figürleri ve haç
işaretleri bulunduran İtalya, ebeveynlerin çocuklarını kendi
inançları doğrultusunda yetiştirme haklarını ve öğrencilerin din ve
inanç özgürlüğünü” ihlal etmektedir.
Danıştay'ın düzenlemenin hukuka aykırı olmadığı yönünde karar
tesisi halinde, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunu tüketen
yüz binlerce öğrenci velisine Türkiye Cumhuriyeti aleyhine AİMH
huzurunda tazminat davası açma hakkı doğacaktır.
Sonuç olarak Sendikamız hukuki dayanaktan yoksun düzenlemenin
iptali için Danıştay huzurunda dava açmıştır.
Hükümeti ve yandaşlarını uyarıyoruz. Uluslararası güçlerin desteği
ile yaratılan geçici siyasal iklime güvenerek ülkenin barış ve
huzuruna zarar verecek girişimlere tenezzül etmeyin. Çünkü
sandığınızın aksine meydan boş değil.