İlahiyat fakülteleri hala sorunlarla uğraşıyor

Türkiye’de eğitim sistemi sürekli güncelleniyor. Yükseköğretim kurumları arasında bundan en fazla etkilenen de ilahiyat fakülteleri. Her ne kadar birçok haksız uygulama giderilmiş olsa da bazı problemler hâlâ sürüyor.

Osmanlı’nın son dönemlerinden günümüze kadar ilahiyat fakülteleri hem ismen hem de yapı olarak çok fazla değişikliğe uğradı. Din öğretiminin Tanzimat’tan bu yana politika rüzgârının esiş yönüne göre şekil aldığı ülkemizde, son dönemde ilahiyat fakültelerinde tekrar değişikliğe gidildi. Birçok haksız uygulamanın giderildiği fakültelerde yapılan değişikliklere rağmen bazı sorunlar hâlâ devam ediyor.

Zaman gazetesinin haberine göre; İlahiyat fakültelerinin kuruluşu 1900’lü yıllara dayanıyor. Darülfünun-ı Şahane’de Ulum-i Aliye-i Diniyye adıyla açılan okul, 1914’te kapatılarak yerine Süleymaniye Medresesi açılır. Tefsir, hadis, fıkıh, kelam, Doğu ve Batı edebiyatı derslerinin okutulduğu bu medrese de Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kapatılır. Ama 1925’te Darülfünun bünyesinde bir ilahiyat fakültesi yer alır ve çok kapsamlı bir müfredat çizilir. 1933’te Darülfünun kapatılarak yerine İstanbul Üniversitesi kurulur fakat bu sefer de ilahiyat fakültesi kadro dışı bırakılır.

Yüksek din öğrenimi devletin nezdinde sancılı bir doğuma dönüşür. Dönemin iktidarı CHP kanadındaki büyük tartışmaların ve kongrelerin neticesinde 1948’de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi kurulur. Halkın farklı kaynaklardan değil, devletin himayesi altında dinini öğrenmesi gerektiği düşüncesi ilahiyat fakültelerinin tekrar açılmasında etkili olur.

İslam ilahiyat fakülteleri vaiz, müftü ve yüksek din adamları yetiştirmek üzere kurulmuş. Bu sebeple, bu kurumlar ‘ilahiyat fakülteleri’ olarak tanımlanmak yerine, İslam ilahiyat fakültesi olarak adlandırılıyor. Dönem Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu’nun dinî eğitimden rahatsız olan aydınlara yönelik yaptığı konuşma o dönemki kaygıları özetler nitelikte: “Kurmak istediğimiz bu müessese Atatürk inkılâbının bizi ulaştırdığı yeni medeni ve içtimai hayatın şartlarıyla mütenasip ve yeni cemiyetimizin hüviyetine layık bir müessese olacaktır.”

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Köse, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki yasaklamalara rağmen dinî eğitimin daha sonra ihtiyaca binaen başlatıldığını söylüyor: “Cumhuriyetin ilk yılında CHP’nin iktidar olduğu tek parti döneminde din eğitimi yasaklanmış, Türk müziği de yasaklanmış. Bunu artık çocuklar bile biliyor. Ezan Türkçe okunmuş, Kur’an-ı Kerim eğitimi yasaklanmış, medreseler, tekke ve zaviyeler ortadan kaldırılmış. Dini kurumsal olarak öğretecek mekanizma yıllarca gerçekleşmemiş. Ama şimdi CHP de nihayetinde bu ülkenin bir partisi, her ne kadar dinle barışık olmasa da toplumda büyük bir ihtiyaç var. Demiş ki din eğitimine müsaade edelim, imam hatip liseleriyle ilahiyat fakültelerini kuralım. Bunlara da modern müfredat yerleştirelim. Ki bana sorarsanız iyi ki de böyle olmuş. Bu kurumların sadece dinî içerikli müfredata sahip olmasını istemem.”

DİN EĞİTİMİ ÖZELLİKLE ÜLKENİN KARIŞTIĞI 1960, 71 ve 80’DE TARTIŞILDI

50’li yıllara gelindiğinde ise karşımıza yüksek İslam enstitüleri çıkıyor. Bu kurumlar imam hatip mezunlarının gidebileceği bir yüksekokul ihtiyacını karşılamak üzere kuruldu. Çünkü o dönemde imam hatipler meslek lisesi grubunda sayıldığı için ne ilahiyat fakültelerini ne de diğer fakülteleri tercih edebiliyorlardı. İslam enstitülerinden mezun olan kişiler de yüksek lisans ve doktora yapma imkânı bulamadı. Konuyla ilgili konuşan Doç. Dr. Halis Ayhan, Türkiye’deki din öğretiminin bazı aydınlarca yanlış yorumlandığını söylüyor. Din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin, imam hatip liselerinin ve de yüksek İslam enstitüleri konusunun 1947’den itibaren, özellikle de 1960, 71 ve 80’de yoğun bir şekilde tartışıldığını anlatan Ayhan, 1980 darbesiyle İslam enstitülerinin kapatılmasının gündeme geldiğini ekliyor: “Bu dönemde okulları geliştirici tedbirler alınması gerekirken geriye götürücü çalışmalar yapılmaması konusunda biz ısrarcı olduk. Kenan Evren’e sunmak üzere bir rapor hazırlandı. Osmanlı döneminin son iki yüzyılında din adına akli ilimler medrese programından çıkarılarak yanlışlık yapıldığını, Cumhuriyet döneminde de müspet ilim adına din eğitim ve öğretiminin öğretim programlarından çıkarılmasının yanlış olduğunu, 1950’lerden bu yana bu yanlışlığın giderilmeye çalışıldığını ifade ettik.” Ayhan, İslam enstitülerinin 1973’ten beri ilahiyat fakültesi olma isteklerinin sunulan bu rapor neticesinde kabul edildiği bilgisini de veriyor.

28 ŞUBAT'TA İLAHİYAT FAKÜLTELERİNE BALANS AYARI

28 Şubat süreci ise ilahiyat fakültelerinin büyük darbe aldığı bir dönem oldu. Meslek liselerine ve bu bağlamda imam hatiplere uygulanan katsayı eşitsizliği, ilahiyat fakültelerini de yıprattı. Diğer fakültelerden gözle görülür şekilde ayrıştırılan bu fakültelere yerleşmek, ilahiyatlarda azaltılan kontenjan yüzünden çok zorlaştı. Sadece imam hatip lisesi mezunu olup çok yüksek puan alabilen öğrenciler bu bölümü tercih edebildi. Ayrıca 28 Şubat sonrasında ilahiyat fakülteleri, ilahiyat ile ilköğretim din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliği bölümü olarak ikiye ayrıldı. Aynı müfredattan yararlanan öğrencilerin bir kısmına öğretmenlik hakkı verilirken bir kısmına verilmedi. Yine aynı şekilde temel İslam bilimleri derslerinde azaltmaya gidilerek, müfredatta birtakım değişiklikler yapıldı. Konuyla ilgili olarak Prof. Dr. Abdullah Kahraman, şunları söylüyor: ‘‘İlahiyat fakülteleri temel İslam bilimleri ağırlıklı olmalı. Bu dersleri azaltıp yerine felsefe derslerini çoğalttılar. Bir de ilahiyat fakültesiyle çok alakalı olmayan dersler koydular. Çevre temizliği gibi... Son zamanlarda da bu eski suni uygulama kaldırılarak ilahiyat fakülteleri 28 Şubat öncesindeki duruma taşınmaya çalışılıyor. Bu şekilde mezun olan öğrenciler Diyanet’e gittikleri zaman doğru düzgün Kur’an-ı Kerim okuyamıyor, yeteri kadar fıkıh bilgileri, hadis bilgileri de yok. Belki felsefi bilgileri var ama hizmet edecekleri alanlardaki bilgileri yeterli değil. İçi boş ilahiyatçıların yetişmesine gerek yok. Gerek Diyanet’te, gerek imam hatip liselerine atanan öğretmenlerde ciddi bir formasyon boşluğu görüldü, ‘o zaman ne yapalım, temel İslam bilimlerini destekleyelim’ dendi, ama bu diğer alanları da boşlayalım demek değildir.’’

İLAHİYAT FAKÜLTELERİNDE HOCA SIKINTISI VAR

YÖK, yeni ilahiyat fakülteleri açtı, kontenjanları da yüzde 31 artırıldı. Fakat on seneyi aşkın süren haksız uygulama sonucunda ilahiyat fakültelerinde bugünkü müfredatı karşılayacak nitelikte öğretim elemanı sıkıntısı yaşanıyor. Artan kontenjanın bu duruma etkisi çok büyük. Arapça öğretiminin yeterli seviyede yapılamaması da bu alanda öğretim elemanı bulunamamasından kaynaklanıyor. Ülkemizde yabancı dil eğitimi standartlarının düşüklüğü ilahiyat fakültelerindeki Arapça eğitiminde de görülüyor. Gramer ağırlıklı verilen eğitim sonucunda, akıcı bir Arapçayla mezun olmak hâlâ hayal gibi.

İlahiyat fakültelerinin bugün karşılaştığı bir başka problem ise uluslararası arenada kendine yer edinip edinemeyeceği meselesi. Fatih Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muhit Mert, ilahiyatların temel problemlerinden bir tanesinin, uluslararası ilişkilerinin zayıf olduğunu söylüyor: “İlahiyatlar üniversitenin bir kolu, bir branşı. Üniversite, bilginin evrensel manada üretildiği ve paylaşıldığı bir yer demektir. Dolayısıyla bir bilgi evrensel manada üretilmiyor ve paylaşılmıyorsa o yerel demektir. İlahiyat fakültelerimiz bu manada yerel kalıyor. Dünyada tüm İslam ilahiyatı ya da genel manada ilahiyat öğretimi dünyanın pek çok yerinde yapılıyor. Aslında ilahiyatın ülke sınırları dışına açılmasını, diğer ülkelerdeki öğretim kadrolarıyla buluşmasını, çeşitli ilmi ortamlarda onlarla beraber bulunup birtakım meseleleri mütalaa etmesini, ilahiyatlarımıza uluslararası itibar kazandırması açısından önemli görüyorum. Yoksa biz yerel manada öğrenci yetiştiriyoruz. Onunla bir yere varmaya çalışıyoruz ama sınırların zayıfladığı, iletişim, ulaşım vasıtalarının hızlandığı bir dönemde uluslararası ilişkilere önem vermek gerekiyor.’’

‘YENİ AÇILAN İLAHİYAT FAKÜLTELERİ, LİSELİ HAVASINDAN KURTULMALI’

İhsan Koç (Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencisi): Yakın zamana kadar sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen ilahiyat fakülteleri son yıllarda neredeyse her ilde açıldı. Sadece devlet eliyle olan fakülteler değil, bir de buna İslami ilimler adıyla özel din eğitimi veren fakülteler de eklendi. İlahiyat açmak maharet değil, açılan ilahiyatta akademik anlamda başarı getirecek, toplumun ihtiyaçlarını gözlemleyebilecek, istikamet üzere elemanı yetiştirecek, yetişmiş kalifiye personelin hâlihazırda var olması gerekir. Günümüzde rüştünü ispatlamış ilahiyat fakültelerinin haricindekilerde maalesef liseli havası esmekte. Yeni açılan fakültelerin boşluklarını doldurmak için köklü fakültelerden akademik personel kaydırılıyor, bu da kaydırma yapılan fakültelerde boşluğa sebep oluyor.

‘DÜŞÜNMEKTEN KORKMAYAN İLAHİYATÇILARA İHTİYACIMIZ VAR!’

Büşranur Kızılkaya (İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencisi): Öğrencilere eski bilgiler ezberletilip ‘yeterli’ görülmesi, ilahiyatta ilmî gelişmelerin önünü tıkıyor. Dönemlerinde çığır açmış nice âlimlerimiz olabilir, ama yüzyılın sorularına cevap verebilecek âlimler neden çıkmasın? Çok ince bir elekten geçmiş, her derste farklı ufuk açan, eleştiriden korkmayan, Kur’an merkezli düşünen akademik kadrolara ihtiyacımız var. Sözü geçen âlimler de dönemlerinde farklı düşünceleri sebebiyle eleştiri oklarını üzerlerine çekmemişler miydi? Düşünmekten, fikir üretmekten korkmayan ilahiyatçılara ihtiyacımız var. Yoksa ilahiyat fakültesinde okuyorum dediğimde, yüzünde şaşkın bir ifadeyle ‘ne olacaksın sen şimdi’ sorusuyla karşılaşmak işten bile değil.