Liselerle yarışan üniversitelerimiz

Üniversite eğitimini lise eğitimden ayıran en önemli özelliğinin "araştırma" olduğunu hepimiz biliyoruz.

Dönem itibarı ile basında üniversitelerimizin akademik yılı açılış programları sıklıkla yer buluyor. Bu törenlerde konuşan yetkililer, üniversitelerimizdeki eğitim kalitesinin artışından, özgür eğitimden, kaliteli eğitimden dem vuruyorlar.

Üniversitelerin akademik yılı açılış dönemlerinde basında sıklıkla dünyanın önde gelen kuruluşlarının (THE, ARWU, QS, Leiden, SCImago, URAP, CWUR...) kriterlerine göre dünyanın önde gelen ilk 500 üniversitesi de sıralanır. Bu sıralamalarda bir teselli ikramiyesi gibi 3-5 üniversitemiz (OTDÜ, Boğaziçi, İTÜ, Sabancı, Koç) yer alır.

Geçtiğimiz günlerde haberlerde bir üniversitemizin akademik yılı açılış haberini izlerken aklıma üniversiteye başladığım ilk günler düştü. O zaman ile bu zaman arasında fark var mı sorusu aklımın bir köşesine gelip oturuverdi. Dün gibi hatırlıyorum 80'li yılların sonlarıydı. Anadolu'nun küçük bir kasabasından, Selçuklu Devleti'ne başkentlik yapmış Konya'ya üniversite okumak için gelmiştim. Üniversitedeki ilk dersimizi unutmak mümkün mü? Hoca dersimize girdiğinde ben de dahil bir çok arkadaşım liseden kalma bir alışkanlıkla ayağa kalkmıştık. Kürsüye geçen hocamız ilk ders olarak bizlere artık üniversiteli olduğumuzu anlatmıştı. Üniversite eğitiminin şekle değil; bilime, akla ve araştırmaya önem verdiğini örneklerle anlatmıştı. Eğitim sürecimizde gerçekten üniversitede okuduğumuzu hissettiren hocalarımız da oldu; lise dönemimizi arattıran hocalarımız da. Üniversiteye arkeoloji öğrencilerini araştırma kazılarına taşımak üzere bağışlanan otobüsün, öğretim üyelerine servis otobüsü olarak tahsis edildiğini fısıltı gazetesinden öğrendiğimizde hiç de yadırgamamıştık. Bu da üniversite yönetiminin bir tercihi idi.

Ekrem Aytar'ın yazısının tamamını okumak için