SES sağlıkta şiddet raporunu yayınladı
Sağlık emekçilerine dönük şiddeti protesto etmek amacıyla bir günlük grev yapan sağlık çalışanları sağlık alanındaki politikaların yarattığı bu şiddete dikkat çekti.
KESK’e bağlı Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), sağlık alanında uygulanan şiddetin nedenleri ve çözüm önerilerini ele aldığı geniş kapsamlı raporunu açıkladı.
Dün tüm Türkiye’de sağlık emekçilerine dönük şiddeti protesto etmek amacıyla bir günlük grev yapan sağlık emekçileri, sağlık alanındaki politikaların yarattığı bu şiddete dikkat çekti. SES, sağlık alanında yaşanan şiddetin nedenleri ve çözüm önerilerine ilişkin hazırladığı raporunu yayınladı. Raporun giriş kısmında sağlık alanında son yıllarda artan şiddet olaylarının sağlık emekçilerinin fiziksel ve psikolojik sağlığını olumsuz etkileyecek bir noktaya ulaştığına dikkat çekilen raporda, kamu ve özel ayırımı olmadan her düzeydeki sağlık kurumunda, her düzeydeki sağlık çalışanının şiddete maruz kaldığının altı çizildi.
Kamuoyunda maruz kalınan şiddetin sadece sağlık kurumlarına gelen hasta ve hasta yakınlarının sağlık emekçilerine yönelik fiziki şiddeti olarak bilindiği ifade edilen raporda, “Kamuoyunda oluşan bu algı üzerinden ve sağlık emekçilerinin tepkileri sonucu bu konuya dair önlemler alınma ihtiyacının Bakanlıkça görüldüğünü gözlemlemekteyiz. Ancak şiddet olgusuna yaklaşım sadece dışsal bir şiddet olarak değerlendirildiğinde ve güvenlik sorununa indirgendiğinde çözümde eksiklik yaşanacağı aşikardır” denildi.
Raporda sağlık emekçilerinin yaşadığı şiddet şöyle sıralandı: “Hasta ve hasta yakınlarının şiddeti; Bakanlığın, hükümetin ve idarecilerin dil ve üslubu, uygulanan sağlık politikalarının etkisi. İstihdam modelleri, iş yoğunluğu. Mobbing. Atanmışların ve seçilmişlerin uyguladığı şiddet. İşyerlerinde kadrolaşmaya bağlı olarak çalışanlar üzerinde hegemonya kurma amaçlı baskı. İfade ve örgütlenme özgürlüğü karşısında sürgün, soruşturma, gözaltı ve tutuklamalar, ya da siyasal şiddet. Bu başlıkları daha da uzatabiliriz. Ülkede ve sağlıkta yaşanan gelişmelerden bağımsız olarak yapılacak her türlü değerlendirme ve bu değerlendirmeler üzerinden alınacak önlemlerin sonuç vermeyeceğini düşünmekteyiz. Bu nedenle yukarıda yazdığımız başlıkların anlaşılması açısından açılması gerekmektedir.”
YOKSULLUK, İŞSİZLİK, KIŞKIRTICI ÜSLUP…
Raporda ana başlıklarla sunulan şiddetin sebepleri ayrıntılı bir biçimde ele alınıyor. Hasta ve hasta yakınlarının şiddetinin kaynağında yetkililerin üslubunun rolü kısmında şunlara dikkat çekiliyor: “Son yıllarda hasta veya hasta yakınları tarafından sağlık emekçilerine yönelik artan şiddetin sebeplerinin başında uygulanan sağlık politikaları ve yetkililerin halkla sağlık emekçilerini karşı karşıya getiren kışkırtıcı üslubu büyük rol oynamaktadır. Diğer önemli unsur da uygulanan performansa göre ücretlendirme sistemidir.
Yurttaşların sosyo-ekonomik ve kültürel yapısı, işsizlik, yoksulluk gibi koşulları gözetilmeden gün gittikçe alınır satılır hale getirilen, kısacası metalaştırılan sağlık sisteminin şiddeti yaratmada önemli etkisi bulunmaktadır. Yetkililerin her gün “devrim” “reform” gibi kavramlarla yapılan uygulamaları halk lehine olumlu politikalarmış gibi yansıtması, halkın sağlık talebini sürekli kışkırtamaya yönelik yapılan reklamlar ve söylemler, hekimleri ve hekim dışı sağlık çalışanlarını paragöz, halk düşmanı gibi gösteren üslup ve yaklaşımla birleştiğinde durum içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Yoksulluk ve işsizlik ülkenin en önemli sorunlarından birini oluşturmaktadır. Bilindiği gibi yoksulluktan kaynaklı dengeli ve yeterli beslenememe, uygun barınma olanaklarından yoksunluk ülkedeki hasta nüfus sayısını da arttırmaktadır. Nitekim Gaziantep’te yaşanan olayda faalin ifadelerinin yoksulluk ve işsizlikle bağlantısı iyi irdelenmelidir.”
Şiddetin hasta ve hasta yakınlarıyla ilgili bölümüne dair ele alınan hususta ülkedeki genel sosyo-ekonomik durumun yarattıklarına dikkat çekiliyor. Raporun bu kısmında devamla şunlara vurgu yapılıyor: “Her türlü reklamla mükemmel bir sağlık hizmeti sunum sistemi yaratıldığına inan halk sağlık kurumlarına başvurduğunda asıl uygulamaları görmeye başlamaktadır. Gördüğü bu uygulamanın sorumlusunu da sistem olarak görme yerine sağlık çalışanları olarak görmektedir. ‘Ailenizin doktoru’ olarak uygulama aşamasında sıkça reklamı yapılan aile hekimliği uygulaması bile paralı hale getirilmiştir. ‘Dönüşüm’ politikaları sonunda her aşamada uygulanan katkı-katılım payları ve ilave ücretlerden dolayı acil servislere başvurularda artış olduğu bizzat bakanlık tarafından açıklanmaktadır, bunu engellemek için acil sağlık hizmetini paralı hale getiren ‘yeşil alan kodu’ uygulaması da bundan dolayı uygulanmaya başlanmıştır. Yine, acil başvuruların bu ölçüde yoğunlaşması gerçek acillere başvuruda, hekim ve sağlık çalışanlarının müdahale önceliği konusunda zorlanmalarına neden olmakta ve hasta-hasta yakını ve sağlık emekçileri karşı karşıya getirmektedir. Gerek performans baskısı, gerekse yayınlanan genelgeler ve yapılan açıklamalarla başvuran tüm hastalara bakılması zorunluluğu, hizmette aksaklıklar doğmasına neden olmaktadır. Başından beri, Sağlıkta dönüşüm Programı’nın uygulandığı her aşamada yapılan açıklamalar, kurulan internet şikayet siteleri bu saldırı ve şiddeti arttırmaktadır. Her kademede uygulanan katkı-katılım payı ve ilave ücretlerin, sağlık çalışanlarına yüksek maaş ödemeleri olarak verildiği açıklamaları bu şiddetin nedenlerinin başında gelmektedir. Bir diğer gerilim yaratan konu da ilaç katılım ve reçete bedelleridir. Bu da çoğunlukla eczaneler ve halk arasında gerilime yol açmaktadır. Uygulanan performans ücretlendirme sistemi ile daha kısa süreler içerisinde daha çok hasta muayene etme, gereksiz ameliyat ve tetkik istemlerinde yaşanan artışlar sebebiyle iş yükü artmaktadır. Performanstan kaynaklı olarak meslek etiği zedelenmektedir. Bu durum çok sayıda olayda şiddet kullanımına neden olmaktadır. Bu uygulama hastalarla karşı karşıya gelmenin yanı sıra sağlık emekçilerinin de karşı karşıya gelmesini beraberinde getirmiştir. Sağlık kurumlarındaki elektronik kayıt sistemlerinin geliştiği işlerin daha da rahatladığı ifade edilmektedir. Kayıt sistemi gelişse de performans uygulaması ile yanlış tutulmaktadır. Çünkü hastalık isimleri bile performans puanına göre girilmektedir. Yapılan her türlü işlemin bilgisayar kayıt sistemine tekrar kaydedilmesi de iş yükünü arttırmaktadır. Sevk zinciri uygulamasının olmaması; 2. ve 3. basamak hastanelerde gereksiz yığılmaya sebep olmaktadır. Personel eksikliği ile birlikte değerlendirildiğinde gerilimlere yol açmaktadır.”
‘DÖNÜŞÜM’LE İŞ GÜVENCESİ ORTADAN KALKINCA
Şiddetin istihdam modeli ve iş yoğunluğu bölümünde de AKP iktidarı ile birlikte “dönüşüm” adı altında uygulanan politikalarla güvencesiz çalışmanın temel istihdam modeli haline gelmeye başlandığına işaret edilen raporda, “Bugün taşeron çalıştırmanın en fazla ve yaygın olduğu işkolu sağlık haline gelmiştir. Secim öncesi 4-B’lilerin kadroya alınması gündeme gelmiş olsa bile halen sağlık çalışanları sözleşmeli statüde istihdam edilmektedir. Bu gün itibariyle işkolumuzda aynı işi yapan sağlık emekçileri 4-A, 4-B, 4-C, vekil, taşeron gibi statülerde ve farklı ücretlerle çalıştırılmaktadır. Farklı ücret ve statülerde çalıştırılma iş barışını olumsuz yönde etkilemekte, sağlık hizmetinin bir ekip hizmeti olduğu fikrini giderek zayıflatmaktadır. Bu durum personel arasında zaman zaman fizik şiddete kadar varan durumlara kadar ulaşabilmekte, asıl olarak ta moral motivasyon açısından olumsuzluklara yol açmaktadır. Birçok örneğini gördüğümüz gibi; ifade ve örgütlenme hakkını kullanan sağlık emekçilerine kendileri de sağlık emekçisi olan ve aynı hastanede çalışan taşeron şirkete bağlı güvenlik elemanları tarafından verilen emirlerle saldırılar gerçekleştirilmektedir. Aynı kurumun personeli ve ekibin parçası olan aslında tümünün sağlık emekçisi olduğunu bilmeden çalışanların karşı karşıya gelmesi sonucu sağlık hizmeti sunumu açısında da sorunludur. Yine kadrolunun sözleşmeliye, ya da vekile karşı yaklaşımı, iş güvencesi olmayanlara yönelik amirlerin tehditleri itaat etme istemeleri başlı başına şiddetin farklı bir yönü olarak değerlendirilmelidir” ifadelerine yer verildi.
MOBBİNGİN ÖNLENMESİ İÇİN YASAL DÜZENLEME YOK
Raporun mobbing bölümünde işyerinde psikolojik taciz / yıldırma olarak kısaca tanımlanabilecek bu yaklaşıma karşı mücadele bakımından doğrudan doğruya başvurulacak bir yasal düzenleme bulunmadığına dikkat çekilirken, sadece çeşitli genel hükümlerden hareketle mücadele edilebilmekte olup, konunun Türkiye’de yeterince anlaşılmadığını ortaya koyduğu kaydedildi. 1 Temmuz 2013’de yürürlüğe girecek Borçlar Kanunu’nun 417. maddesinde düzenlenen mobbingin, kamu çalışanları açısından da anlam ifade edebilmesi için 657 sayılı DMK’da düzenleme yapılması ve gerekli yaptırımları içermesi istenen raporda, “Pamukkale Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulunda öğretim görevlisi ve sendikamız üyesi Gülbanu Zencir’in yapmış olduğu bir çalışmada Türkiye’de hemşirelerin yüzde 70-90’ının mobbinge maruz kaldıklarını ortaya koymaktadır. Bu oldukça vahim bir durumdur. Mobbinge maruz kalarak hizmet üretmeye çalışan sağlık personelinin bir an önce bu durumdan kurtarılması gerekmektedir” denildi.
AMİRLERİN PSİKOLOJİK-FİZİKİ ŞİDDETİ
Raporun atanmışların ve seçilmişlerin uyguladığı şiddet bölümünde de şunlar belirtildi: “Sağlık emekçilerine yönelik işyerlerindeki amirler tarafından yaşanan psikolojik ve fiziki şiddetin dışında son dönemlerde Kaymakamlar, farklı kurumlardaki il müdürleri ve milletvekillerinin şiddetine de tanık olmaktayız. Belirli statülerdeki insanların kendilerini ayrıcalıklı bir zümre olarak görme yaklaşımının yanında a bendinde açıkladığımız politikaların bu kişilerin şiddete meyil etmesindeki etkisinin de büyük olduğu düşünmekteyiz. Milletvekilleri açısından dokunulmazlık kalkanın ifade ve kürsü dokunulmazlığı yerine çok ayrıcalıklı bir dokunulmazlık olması, yine atanmışlar açısından da yargılanma, hesap sorma ve hesap verme mekanizmalarının çok kısıtlı olması kendilerini tümüyle ayrıcalıklı ve yurttaşlar üstü bir statüde görmelerine neden olmaktadır.”
SİYASİ-ETNİK AYRIMCILIK
İşyerlerinde kadrolaşmaya bağlı olarak çalışanlar üzerinde hegemonya kurma amaçlı baskı bölümünde Türkiye’nin en önemli sorununun kamusal hizmetlerdeki siyasi vesayet olduğunun altı çizilirken, “Her iktidar olan parti kendi yandaşlarını önemli görevlere atamakta ve idarecilerde kendilerini atayan siyasi parti mensuplarına karşı el pençe durmaktadır. Siyasetle gelen siyasetle gider hesabı iktidar partileri kamu kurumlarını ve personelini kendilerine hizmetkâr olarak görmektedir. Siyasi vesayet bu kadar kapsamlı olunca idareciler tarafından çalışanlar arasında bile ayrımcı politikalar uygulanmaktadır. İdareciler; kendisi gibi düşünmeyen, farklı siyasal görüşlere sahip, etnik kökenini beğenmediği ve hatta kendisine ya da onu atayan kişi ve iktidara muhalif bir sendikaya üye olsa dahi çalışanlara farklı uygulamaları reva görmektedir. Sadece hükümete yakın bir sendikaya üye olanların idareci, servis sorumlusu, başhemşire, şef gibi pozisyonlara atamalarının yaygın olarak yapılması, çok basit bir tayin işi için bile insanların sendika değiştirme durumunda bırakılmaları bu durumu anlatmaya yetmektedir. Bu durum iş barışını zedelemekte, ekip ruhunu ortadan kaldırmakta, idareci ve çalışanları birbirinden uzaklaştırmaktadır” diye belirtildi.
SÜRGÜN, SORUŞTURMA, GÖZALTI, TUTUKLAMALAR…
Raporda sağlık emekçilerine yönelik şiddet bölümünün son kısmı olan ifade ve örgütlenme özgürlüğü karşısında sürgün, soruşturma, gözaltı ve tutuklamalar, ya da siyasal şiddet kısmında ülkedeki demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla yerli yerine oturmamasının ve bu alandaki gelişmişlikte yaşanan eksikliğin işyerlerine de olumsuz yansıdığı dile getirildi. “Genel anlamdaki demokrasi kültürünün eksik olması, çalışanların ve halkın karar alma ile hizmet üretme süreçlerine katılamaması, işyerlerindeki ifade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller günümüzde de çalışma yaşamı açısından en büyük sorunların başında gelmektedir” denilen raporda, “90 yıllardan itibaren ‘haklar yasalardan önce gelir’ şiarıyla sağlık işkolunda yürüttüğümüz örgütlenme mücadelesinde ciddi bedeller ödedik. Binlerce üyemiz soruşturmaya uğradı. Yüzlerce üyemiz il içi ve il dışı sürgünlere maruz kaldı. Onlarca üyemiz çeşitli gerekçelerle işinden oldu. Faili meçhul cinayetlerde hayatını kaybedenler, gözaltına alınanlar, tutuklananlar, güvenlik görevlilerinin şiddetine uğrayarak sakat kalanların sayısı da azımsayacak kadar fazla. Demokrasi söylemlerinin çokça kullanıldığı günümüzde bile ölümler hariç diğer uygulamaların hepsine üyelerimiz başta olmak üzere sağlık emekçileri maruz kalıyor. Hem de son yıllarda soruşturma il içi ve dışı sürgün ile görevden atma konusunda sayı 90’lı yılların karanlık günlerini aratmayacak düzeydedir” diye kaydedildi.
Sağlık emekçilerinin maruz kaldığı bu durumun rahatlıkla siyasal şiddet olarak tanımlanabileceği belirtilen raporda, bu uygulamaya maruz kalanların tamamının ya örgütlenme hakkını kullanmaya çalıştığı ya da uygulanan politikalara muhalif kimseler olduğunun altı çizildi. İşyerlerinde kadrolaşmanın geldiği boyutun itibari ile hükümet politikalarına muhalif olmayı idarecilerin kendilerine muhalif olarak gördüğü kaydedilen raporda, “Emekçileri baskı altına almak, sindirmek için her türlü yol ve yöntem denenmektedir. Sendika kararı ile yapılan demokratik tepkilerin gösterildiği iş bırakma eylemleri üzerine açılan soruşturma ve verilen cezalar iş barışını bozmaktadır. İş bırakma eylemlerinde idarecilerin ve hükümetin söylemi üzerine vatandaş sağlık personeline adeta düşman kesilmektedir. Bu durum şiddete kaynaklık etmektedir” denildi.
‘DÖNÜŞÜM’ İLE ŞİDDET İÇLER ACISI HALE GELDİ
SES, raporun çözüm bölümündeyse sağlık hizmeti sunumunun 75 milyon yurttaşı ilgilendiren temel bir hizmet olduğu hatırlatarak, “Sağlık kurumları insanları yaşatmaya çalışan, yaşam kalitesini yükseltmek için çaba harcanan kurumlardır. Bu kurumlar direk yaşama değmektedir. Halkın kurumlarıdır. Bu nedenle halktan izole edilecek, bir cezaevi, adliye ya da güvenlik kurumu olarak değerlendirilemez. Sağlık hizmetlerinin tüm ülkede yaygınlaştığı ve sosyal bir hak olarak vatandaşa sunulmaya başlandığı günden ‘sağlıkta dönüşüm’ programı başlayıncaya kadar geçen dönem içerisinde sağlık kurumlarında herhangi bir güvenlik önlemi yoktu. Sadece hastane acillerinde adli vakalar için bir polis memuru nöbet tutmaktaydı. Buna karşılık şiddette bu kadar fazla değildi. ‘Dönüşümle’ birlikte çok sayıda alınan özel ve taşeron güvenlik elemanına rağmen şiddetin geldiği boyut içler açısıdır. Bu nedenle de sağlıkta emekçilerine yönelik şiddetle ilgili sorunu sadece güvenlik sorunu olarak görmeden yukarıda ifade ettiğimiz temel konuları da gören bir yerden çözüm önerileri geliştirilmelidir. Bunun dışındaki güvenlik yaklaşımını sendikamız benimsememektedir” diye ifade etti.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
SES, raporun sonunda çözüm önerilerini ise şöyle sıraladı:
* Hastanelerde ve diğer sağlık kuruluşlarında görev yapan taşerona bağlı güvenlik görevlileri başta olmak üzere tüm taşeron işçilerin ve sözleşmeli çalışanların kadroya alınarak, sağlık ekibi içerisinde olduklarını göstermek ve böylece ekip anlayışı içerisinde hizmet vermelerini sağlamak.
* Caydırıcılık ve adli işlemlerin yürütülmesi bakımından sadece acil servislerde resmi üniformalı bir polisin görev yapmasını sağlamak,
* Performans sisteminin kaldırılarak, sağlığın bir ekip hizmeti olarak verilmesi gerçeğinden hareketle birbiri ile rekabet eden değil, birbiri ile dayanışan bir çalışma ortamının sağlanması.
* Gerek hükümet yetkililerinin gerekse de idarecilerin kulanmış oldukları söylemi gözden geçirerek vatandaşla sağlık personelini karşı karşıya getirecek açıklama yapmamalarını sağlamak. Bu konuda görev siyasal iktidara düşmektedir.
* Şiddetin bir iş kazası olarak kabul edilip, buna göre gerekli düzenlemelerin yapılmasının sağlanması,
* Sağlık personeline yönelik şiddette bulunan veya şiddet teşebbüsünde bulunanlarla ilgili adli süreçlerin hızlı bir şekilde ilerlemesini sağlamak. Adalet Bakanlığı istatistiklerine bakıldığında kamu görevlisine mukavemet suçundan açılan davalarda oldukça büyük artışlar olmasına rağmen, sağlık personeli söz konusu olduğunda emniyetin ve savcılıkların yeterli ilgiyi göstermedikleri anlaşılmaktadır.
* Yerel idarecilerin ve iktidar partisinin teşkilatlarının sağlık personeli üzerinde doğrudan doğruya etki yaratacak uygulamalarını önlemek için sağlık personelinin daha fazla yasal güvence altına alınmasını sağlamak. Siyasal kadrolaşmanın önüne geçmek. İdarecilerin sağlık çalışanları tarafından liyakat esaslarına göre seçimle belirlenmesinin sağlanması,
* Mesleki zorunlu mali sorumluluk sigortası ile adeta sağlık personeli korumasız bırakılmıştır. Şöyle ki olabilecek tıbbi hataların sonuçlarının tazminatla karşılanacağını düşünen vatandaş bununla yetinmeyip, ayrıca şiddet uygulamak istemektedir. Dolayısıyla bu uygulamanın gözden geçirilmesi gerekmektedir. Ayrıca hekimlerin mesleki mali sorumluluk kapsamına alınıp, diğer sağlık personelinin kapsam dışı bırakılması başka sorunlara sebep olmaktadır.
* Sağlık işkolu en fazla eksik istihdamla hizmet veren işkoludur. Bu durum sağlık personelinin iş yükünü oldukça artırmıştır. Bir an önce eksik istihdam giderilmeli, daha fazla sağlık personeli istihdamı sağlanarak iş yükü azaltılmalıdır. İş yükünün fazla olduğu ortamlarda sağlık personelinin hasta ve hasta yakınlarıyla sağlıklı bir diyalog kuramamaktadır. Bu durum yanlış anlaşılmalara sebep olmakta ve vatandaşın şiddet göstermesine neden olmaktadır.
* İşyerlerinde mobbingi önleyecek tedbirler alınmalı, idareciler bu konuda eğitilmeli ve uyarılmalıdırlar. Mobbing olduğunda da gerekli yaptırımlar tereddütsüz uygulanmalıdır. Mobbinge maruz kalan sağlık personeli agresifleşmekte ve dolayısıyla hasta ve hasta yakınlarına agresif davranabilmektedir. Bu durumda da şiddete maruz kalabilmektedir.
* Sağlık personelinin ifade, örgütlenme, toplantı ve gösteri hakkına uygun davranılmalı, bu haklarını kullanmak isteyen sağlık çalışanı soruşturmaya uğramamalıdır. Kendi hakkını korumak için etkinlik yapan sağlık personeli kurumu tarafından soruşturmaya uğrarsa korunmasız bırakılır ve vatandaşın şiddetine maruz bırakılabilir.
* Birinci basamak sağlık hizmetleri ve acil servisler başta olmak üzere teşhis ve tedavide her türlü katkı-katılım payı ve ilave ücret uygulanmasına son verilmelidir. Özellikle yoksulların katkı ve katılım paylarını ödeyememeleri nedeni ile sağlık personeli ile karşı karşıya gelmeleri söz konusudur. Sağlık hizmetinin sunulmasında hastadan para alınması ya da prim borcu olana hizmet verilememesi nedenleri şiddetin sağlık personeline yönelmesine sebep olmaktadır. Şöyle ki hastane kayıt sistemleri hiçbir koşulda sağlık personeline inisiyatif tanımamaktadır. Mevcut durumda güvencesizlerin, yoksulların teşhis ve tedavide sağlık personeli tarafından idare edilmelerinin olanağı kalmamıştır.
* Sağlığa erişimin bir hak olduğundan hareketle metalaştırılmasına yönelik her türlü çalışmanın durdurulması ve sağlığı bir tüketim aracı haline dönüştüren talep kışkırtma amaçlı politikalardan vazgeçilmesi.