BIST 9.608
DOLAR 34,60
EURO 36,62
ALTIN 2.943,32
ÖĞRETMEN

Eğitim-İş MEB'nin yönergesine dava açtı!

Eğitim-İş Genel Başkanı Veli Demir yaptığı açıklamada MEB'in Öğretmenlik uygulama yönergesine dava açtıklarını duyurdu...

Eğitim-İş Genel Başkanı Veli Demir, Milli Eğitim Bakanlığı'nın Öğretmenlik uygulama yönergesine dava açtıklarını açıkladı.

İşte Eğitim-İ'in Genel Başkan Veli Demir imzasıyla yayınladığı o açıklama:

MEB’İN ÖĞRETMENLİK UYGULAMA YÖNERGESİNE DAVA AÇTIK

MEB, kendisine kılavuzluk yapan sendikanın önerdiği kurnazlığa olur vererek, Öğretmen Adaylarının Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Öğretim Kurumlarında Yapacakları Öğretmenlik Uygulamasına İlişkin Yönerge”nin 15’inci maddesinde değişiklik yapılmış ve değişiklik kapsamında öğretmen adaylarının sınıflara türbanla girebilmelerinin önünü açmıştı. Akıldışı düzenleme ile “Öğretmen Adaylarının Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Öğretim Kurumlarında Yapacakları Öğretmenlik Uygulamasına İlişkin Yönerge”nin 15 inci maddesi aynen;  “Öğretmen adayları, uygulama yaptıkları okullarda devam-devamsızlık, günlük ders programları ile öğretim müfredatının uygulanması konularında öğretmenlerin tabi oldukları kurallara uymakla yükümlüdürler. Adaylara, disiplin ve diğer konularda yüksek öğretim kurumları mevzuatı uygulanır” şeklinde değiştirildi.

Düzenleme ile son sınıfta okuyan öğretmen adayları Yüksek Öğretim Kurumları mevzuatı çerçevesinde disiplin hükümlerine tabi olacaklar, kılık-kıyafet gibi konularda da aynen üniversite öğrencilerinin tabi oldukları kurallara tabi olacaklar. Değişiklik halihazırda Eğitim Fakültelerinin son sınıflarında okuyan yaklaşık 50 bin öğretmen adayını kapsıyor. Mademki aday öğretmen kamu hizmeti sunacağı sınıf içinde üniversite öğrencisi gibi davranacak, o takdirde aday öğretmen sınıfa sadece türbanla değil;  şortla, çarşafla, çember sakalla, yırtık pantalonla, kipayla, sarıkla, poşuyla, eşofmanla, karın kısmı açık tişörtle,  bereyle,  sarkık bıyıkla, (erkek öğrenciler) uzun saç ve küpeyle de girebilecektir.

Kendinize kılavuz olarak sendika tabelasıyla işkolunda siyaset yapanları seçtiniz mi sonunuz bu traji-komik tablo olur. Bu tablo Bakanlığa aklın değil, kurnazlığın egemen olduğunu, düzenleyici iradeye egemen olan kadroların devlet yönetme bilincinden ne ölçüde uzak olduğunu gözler önüne sermektedir. Yönergenin amacı 1.maddesinde;“Bu yönergenin amacı, öğretmen adaylarının, öğretmenlik mesleğine daha iyi hazırlanmalarını, öğrenimleri süresince kazandıkları genel kültür, özel alan eğitimi ve öğretmenlik mesleğiyle ilgili bilgi, beceri, tutum ve alışkanlıklarını gerçek bir eğitim-öğretim ortamı içinde kullanabilme yeterliliği kazanmalarını sağlayacak uygulama çalışmalarına ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.” şeklinde açıklanmıştır. Yönerge’nin 4.maddesindeki tanıma göre ‘Öğretmen Adayı’;öğretmenlik programlarına devam eden, öğretmeni olacağı öğretim düzeyi ve alanında, okul ortamında, öğretmenlik uygulaması yapan yüksek öğretim kurumu öğrencisini anlatır. Staj zorunlu olup, öğrencinin staj yapmamak gibi bir tercih hakkı yoktur. Aday öğretmenin, eğitim kurumlarında verdiği ders bir kamu hizmeti sunumudur. Aday öğretmen, öğrencilere ders anlattığı sınıfta kamu hizmeti alan değil, kamu hizmeti veren durumundadır. Öğrencinin söz konusu kamu hizmetini almamak gibi bir seçeneği yoktur. Hal böyle olunca, devletin eğitim kamu hizmeti sunma faaliyeti kapsamında aday öğretmen statüsüyle kamu hizmeti sunan kişilerin sınıfta öğrenci statüsünde kabul edilmelerinin hiçbir hukuki izahı yoktur. 

Öğretmen adayı olarak sınıfa giren bir kişinin sınıfta adayı olduğu mesleğin gereklerine uygun bir görüntü vermesi gerekliliğine basit mantık kurallarının doğal sonucudur. Aday öğretmen, öğretmenlik mesleğinin gerektirdiği disiplin kurallarını okul ortamında bizzat gözlemleyerek uygulayacaktır. Öğretmen adayı, okulda öğrenci olduğu için değil, öğretmenlik pratiği kazanmak için bulunmaktadır.

Demokratik sistemlerde bireysel hak ve özgürlükler, bazı değişmez ilkelerin devlet aygıtına tavizsiz biçimde egemen kılınması ile mümkün olur. Bu ilkelerin en vazgeçilmez olanlarından bir tanesi laiklik ilkesidir. Laik devlet, özetle toplumu oluşturan tüm inanç gruplarına eşit mesafede duran, bir grubunun diğer bir grup üzerinde baskı kurmasına engel olacak önlemleri alan devlet modelidir. Dünya tarihinde, laiklik ilkesinin yaşama geçirilemediği ülkelerin “istisnasız hepsinde” demokratik kurum ve kurallarının dışlanmış olması tesadüf değildir. Demokrasi teorisi formülü son derece net biçimde ortaya koymuştur; laiklik yoksa, demokrasi de yoktur, olamaz. Anayasanın başlangıç bölümünde, Atatürk İlke ve Devrimlerine bağlılık ve laiklik ilke olarak benimsenmiş, 2. maddesinde de, Türkiye Cumhuriyeti’nin, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiş, 42. maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarında eğitim ve öğretimin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağı, bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim kurumları açılamayacağı belirtilerek, laiklik ilkesine uygun eğitim ve öğretim öngörülmüş, eğitim ve öğretim özgürlüğünün Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmayacağı vurgulanmış, 174. maddesiyle de devrim yasaları Anayasal güvence altına alınmıştır. Laiklik ilkesini sulandırmayı hedefleyen düzenleme Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Danıştay kararları ile bu kararların dayanak gösterdiği hukuki normlara aykırıdır. Düzenleme, demokratik kurum ve kurallardan yararlanarak siyasi iktidarı elde eden AKP'nin sayılan hukuki düzeni çiğnemek suretiyle laik devlet modelini ortadan kaldırmaya yönelen sistematik girişimlerinden bir tanesidir.

Uygulama, okulda kamu hizmeti sunumunda olması gereken asgari ciddiyeti ortadan kaldıracağı gibi, okullara giren inanç simgeleri öğrenciler ya da diğer kamu görevlileri üzerinde baskı oluşturacaktır. Yönerge değişikliği bu haliyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına açıkça aykırılık oluşturmaktadır. AİHM, 15.02.2001 tarihinde verdiği DAHLAB-İSVİÇRE kararında başını dini simgeyle kapattığı için ilköğretim kurumlarında öğretmenlik yapmasında izin verilmeyen öğretmenin başvurusunu reddetmiştir. AİHM, “bu tür bir talebe izin verilmesinin diğer dinlere ait giyim ve sembollerin de kullanımını gerektireceğini, bu durumda ise okullarda devletin tarafsızlığını tehlikeye düşüreceğini” ifade ederek yasağın başkalarının hak ve özgürlüklerinin, kamu güvenliğinin ve kamu düzeninin korunması amacıyla orantılı ve demokratik bir tedbir olduğuna hükmetmiştir. AİHM benzer tespitleri SOİLE LAUTSİ-İTALYA davasında da yapmıştır. AİHM’e göre “Okul binalarında ve dersliklerde çarmıha gerilmiş İsa figürleri ve haç işaretleri bulunduran İtalya, ebeveynlerin çocuklarını kendi inançları doğrultusunda yetiştirme haklarını ve öğrencilerin din ve inanç özgürlüğünü” ihlal etmektedir.

Danıştay'ın düzenlemenin hukuka aykırı olmadığı yönünde karar tesisi halinde, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunu tüketen yüz binlerce öğrenci velisine Türkiye Cumhuriyeti aleyhine AİMH huzurunda tazminat davası açma hakkı doğacaktır.

Sonuç olarak Sendikamız hukuki dayanaktan yoksun düzenlemenin iptali için Danıştay huzurunda dava açmıştır.

Hükümeti ve yandaşlarını uyarıyoruz. Uluslararası güçlerin desteği ile yaratılan geçici siyasal iklime güvenerek ülkenin barış ve huzuruna zarar verecek girişimlere tenezzül etmeyin. Çünkü sandığınızın aksine meydan boş değil.

Yorumlar
ÇOK OKUNANLAR