BIST 9.550
DOLAR 34,53
EURO 36,15
ALTIN 2.998,83
İŞÇİ

KESK KPDK'da hangi talepleri sundu?

Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) 2015 yılı Kamu Personeli Danışma Kurulu'nda hangi talepleri gündeme getirdi?

Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) 2015 yılı Kamu Personeli Danışma Kurulu'nda hangi talepleri gündeme getirdi?

KESK Başkanı Lemi Özgen'in 2015 yılı KPDK toplantısındaki konuşma metnidir.

Sayın Bakan,

Sayın Müsteşar ve Bakanlık Yetkilileri,

Sayın Konfederasyon Başkanları ve Sendika Genel Başkanları,

Her KPDK toplantısında söylediğimiz temel bir konuya yine dikkat çekerek konuşmama başlamak istiyorum: kamu emekçilerinin ortak ekonomik, sosyal, demokratik, siyasi, özlük ve mesleki hak ve çıkarlarının konuşulacağı yer toplu sözleşme masasıdır ve KPDK toplu sözleşme masasının alternatifi değildir. Kaldı ki, şimdiye kadar yaptığımız KPDK toplantılarından herhangi bir sonuç elde edilemediği Hükümetin geçmiş pratiği ile de kanıtlanmıştır. 2012-2013 Toplu sözleşme sürecinde "zaman darlığı" gerekçe gösterilerek Kamu Personel Danışma Kurulu'na havale edilen ve konfederasyonumuzun toplu sözleşme masasının konusu olduğunu vurgulayarak şerh koyduğu161 konunun akıbeti ortadadır! 161 konu önce 80'e, daha sonra 50'ye, sonra 30'a, en son başlık sayısı dokuza kadar inmiş, ancak bu konularda da kayda değer bir ilerleme kaydedilememiştir. Bugüne kadar yaşanan gelişmeler ne yazık ki KPDK'nın yasadaki tarifinden ziyade, Hükümet tarafından bir oyalama ve geçiştirme aracı olarak kullanıldığını göstermektedir. Israrla sormamıza rağmen bu toplantının bir gündeminin bile belirtilmemiş olması bile Hükümetin bu kurula yaklaşımını ortaya koymaktadır.

Tüm kamu emekçilerine disiplin affı sağlanacaktı. Ancak 28 Şubat mağdurları dışındaki kamu emekçileri unutulmuş, görmezden gelinmiştir. Yine 2005'ten sonra göreve başlayan kamu emekçilerine bir derece verilmesi konusunda da somut bir adım atılmamıştır. 4/C'liler başta olmak üzere güvencesiz olarak istihdam edilenlerin kadroya alınması talebimiz yerine getirilmediği gibi işe yeni alımlar güvencesizlik üzerinden yapılmaktadır. Emeklilik ikramiyesinin hesaplanmasında 30 yıllık hizmet süresinin kaldırılması konusunu konfederasyonumuz yıllarca TİS masasında ve KPDK toplantılarında dile getirmiş, açık hukuksuzluğa dikkat çekmişti. Ancak Hükümet ısrarından vazgeçmemiş, gerekli düzenlemeyi yapmamıştır. Sonuçta Sendikamız ESM açtığı davayı kazanmış, Konfederasyonumuz milyonların haklı talebini yargı yoluyla da olsa yerine getirmiştir. Hükümet şimdi de 7 Ocak 2015 tarihinden önce emekli olanların yaşadığı mağduriyeti telafi etmek için gerekli yasal düzenlemeyi yapmamakta diretmektedir. Konfederasyonumuz 12.01.2015 tarihinde Bakanlığınıza yazdığı yazı ile; "Benzer bir kamu zararının ve yargılama külfetinin yeniden doğmaması ve emekli olmuş kamu emekçilerine yeni mağduriyetler yaşatılmaması bakımından; Anayasa Mahkemesi'nin 25.12.2014 tarih, 2013/111 E. ve 2014/195 K. sayılı kararının yürürlüğe girmesinden önce emekli olanlar yönünden, gerekli idari tedbirlerin alınmasını ve dava açmaya gerek kalmaksızın bu kişilere de 30 yılı aşan hizmetleri için ikramiye ödenmesi konusunda gerekli idari ve yasal düzenlemenin yapılmasını" talep etmiştir. Ancak bir gecede yüzlerce maddelik torba yasaları Meclisten geçiren AKP hükümeti tek maddelik bir yasal düzenleme için kılını bile kıpırdatmamıştır. Oysa biliyoruz ki, yılları da alsa sonuçta bu davayı da kazanacağız ve halkın vergilerinden oluşan bütçeye fazladan külfet binecektir. Bunun sorumlusunun Hükümet olduğu açıktır. Emeklisinin üç beş kuruşuna göz diken bir Hükümetin KPDK toplantılarına ciddi yaklaşacağını da açıkçası beklemiyoruz. Dolaysıyla kimse de bizden KPDK toplantılarına bir önem atfetmemizi beklememelidir.

Kaldı ki, genel seçim sürecine girilmesi de gözetildiğinde bugün burada bir rutinin ve yasal zorunluluğun yerine getirilmesinin ötesinde pratik bir karşılığının olmayacağı bir toplantı yapacağımızı düşünüyoruz. Ancak kayıtlara girmesi ve mücadelemizin temel yönelimlerini ifade etmek açısından bazı temel hususlara ve taleplerimize dikkat çekmeden de geçmeyeceğim.

Değerli Katılımcılar

Sendikal hak ve özgürlükler alanında maalesef her gün biraz daha geriye gidişin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Kamuoyunun yoğun tepkisine rağmen TBMM Genel Kurulunda kabul edilen maddeleri ile İç Güvenlik Yasasından sonra vahametin daha da artacağını düşünüyoruz. Geçen ay açıkladığımız ve ekte sunduğumuz altı aylık sendikal hak ihlalleri raporumuzda ortaya çıkan tablo da göstermektedir ki başta düşünce ve fikir özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlükleri kullanmamız polis şiddeti ve yargı üzerinden engellenmekte, cezalandırılmaktadır.

Sadece son altı aylık dönemde 705 yönetici, iş yeri temsilcilerinin, sendika üyelerimizin istekleri dışında görev yerleri değiştirilmiş ya da farklı il/ilçe/il içi sürgün edilmişlerdir. Konfederasyonumuza bağlı sendikalarımıza üye olanlar sürgünlerle, soruşturma ve disiplin cezalarıyla üye olduklarına pişman edilmek istenmektedir. Birçok kamu kurumunda idareciler kamu emekçilerini yandaş sendikalara üye olmaları için yönlendirmekte, bununla yetinmeyerek işi üstü örtülü tehditlere kadar vardırmaktadırlar.

Sendikal faaliyetleri nedeniyle 13 yönetici/üyemizin görevine son verilmiş, bir şube yöneticimiz hakkında memuriyetten men istemiyle hakkında dava açılmış, sendikamız BES üyesi bir sözleşmeli çalışanın sözleşmesi yenilenmeyerek feshedilmiştir. Sendikamız HABER SEN yöneticiliği yapmış bir arkadaşımız 27 yıllık hizmet süresinden sonra, "Sen bize lazım olan programlama dillerini bilmiyorsun" denilerek işten çıkarılmıştır! 66 yönetici/üyemiz hakkında da disiplin soruşturmaları açılarak uyarı/kınama cezaları verilmiştir. Ayrıca Akdeniz Belediyesi Eğitim Destek Evinde ders veren sendikamız EĞİTİM SEN üyesi 6 öğretmenin ders vermeleri "terör faaliyeti" kapsamında görülerek Terörle Mücadele Şubesine çağrılmış ve ifadeleri alınmıştır.

Basına da yansıyan fişleme olaylarındaki artış sistematik bir çalışma ile karşı karşıya olduğumuzu düşündürtmektedir.

Örgütlenme özgürlüğü önünde karşımıza çıkan en önemli baskı araçlarından biri de mobbingtir. İdarecilerin geliştirdiği ve sistematik olarak uygulanan mobbing ile üyelerimizin sendikalarımızdan istifa etmeleri hedeflenmektedir.

Özellikle demokratik tepkimizi paylaştığımız eylem ve etkinliklerimize yönelik saldırılar artık alanların emekçilere kapatılması noktasına gelip dayanmıştır. Altı aylık dönemde birçok eylem ve etkinliğimize gazla, copla, kimi zaman da sivil faşistler aracılığıyla saldırılmış, bu saldırılar sonrasında aralarında sendika MYK üyeleri ve şube yöneticilerimizin de bulunduğu en az 71 üyemiz sendikal faaliyetlerinden dolayı gözaltına alınmıştır. Bu durum sadece sendikal hakların değil, temel hak ve özgürlüklerimizin, düşünce ve ifade özgürlüğümüzün de kısıtlandığını, engellendiğini göstermektedir.

Başta Terörle Mücadele Kanunu, 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu olmak üzere yasaklarla, sınırlamalarla yüklü yasalar dayanak yapılarak neredeyse her eylem ve etkinliğimiz hakkında davalar açılıyor, yönetici ve üyelerimiz aylarca, yıllarca mahkeme salonlarına gitmek zorunda bırakılıyor ve çoğunlukla da cezalar veriliyor.

Bu dönemde 2911 sayılı yasaya muhalefet etmek iddiasıyla yüzlerce yöneticimiz, üyemiz hakkında dava açılırken, en az 24 şube yöneticimiz ve üyemize 5326 sayılı kanuna muhalefet etmek iddiasıyla para cezaları verilmiştir. Cezaya konu olan tüm eylemlerin anayasal hak olan basın açıklamaları olması manidardır.

Bu dönemin simgelerinden olmaya aday konulardan biri de giderek yaygınlaşan Başbakana ve Cumhurbaşkanına hakaret iddiasıyla açılan davalardır. Altı aylık dönemde en az 20 yönetici ve üyemize Başbakana hakaret iddiasıyla davalar açılmış, bunlardan iki kişiye 11 ay 20'şer gün hapis cezaları verilerek ceza ertelenmiş, bir arkadaşımıza ise devlet memurluğundan men cezası verilmiştir.

"Kişi değil makam korunuyor" ile çarpıtılan "hakaret davaları" yeni sindirme ve baskı araçlarından birine dönüşmüştür. Bir yandan korku imparatorluğu kurulurken bir yandan da dokunulmaz, eleştirilemez kült bir kişilik yaratılmak istenmektedir.

Özellikle Gezi direnişinden sonra iktidarın yönlendirildiğine inandığımız yandaş medya üzerinden Konfederasyonumuz ve bağlı sendikalarımızın yönetici ve üyeleri hedef haline getirilmektedir.

Değerli Katılımcılar,

Baskılar sadece hak ve özgürlüklerin kullanımına ilişkin değildir. Çalışma yaşamında yaşadığımız sorunlar katlanarak büyüyor.

10 Haziran 2014 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe giren "Milli Eğitim Bakanlığı'na Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilmesine İlişkin Yönetmelik" sonrasında Türkiye çapında bütün eğitim kurumlarında 4 yılı dolduran eğitim yöneticilerinin görevlerinin yerlerine yenilerinin atanması ile birlikte sona ereceği açıklanmıştır.

Büyük ölçüde üst düzey eğitim yöneticilerinin değerlendirmelerine dayanan, eğitim kurumları yönetici değerlendirme sonuçları 21 Ağustos 2014 tarihinde açıklanmış ve 7 bin okul müdürünün görevine son verilmiştir. Açıklanan sonuçlara baktığımızda sendikamızın bugüne kadar eğitim yöneticilerinin performans değerlendirmesine tabi tutulması ve atanma biçimleri ile ilgili olarak yapmış olduğu bütün tespit ve eleştirilerin ne kadar haklı olduğu bir kez daha görülmüştür.

Eğitim yöneticilerinin belirlenmesi sürecinde somut olarak görüldüğü gibi, başta Sendikamız Eğitim Sen üyesi okul müdürleri olmak üzere, bugüne kadar eğitimde yaşanan piyasa merkezli dönüşüm sürecinin karşısında engel olarak görülen bütün eğitim yöneticilerinin tek tek tespit edilerek görevden alınmış olması dikkat çekicidir.

Sendikamız Eğitim Sen üyelerinin önemli bir bölümüne 75'in altında puanlar verilerek bulundukları eğitim kurumlarında görev yapmaları engellenmiştir. Bazı üyelerimize alay eder gibi 74 puan verilirken, yandaş sendika üyelerine bol kepçeden yüksek puanlar verilmesi bizim için şaşırtıcı değildir.

Eğitim yönetimi ve denetimi mezunu, bu alanda yüksek lisans ve doktora yapan okul müdürlerinin yapılan "değerlendirmede" sendikal-siyasal referansları olmadığı için "yetersiz" görülmüş olması dikkat çekicidir. Büyük bölümü girdiği sınavlar sonucunda müdür olan üyelerimizin görevine birer birer son verilirken, yerlerine çoğunlukla Eğitim Bir Sen üyeleri getirilmiştir.

Değerlendirme sürecinde üyelerimize ve diğer sendika üyelerine yönelik "sendika değiştirme" yönünde tekliflere ve şantajlara göz yumulmuş, bu konudaki şikayetlerimiz dikkate alınmamıştır. Türkiye'nin çeşitli illerinde bazı müdürlerin bu baskılara boyun eğerek, Eğitim Bir Sen'e üye yapıldığı bilinmektedir.

Milli Eğitim Bakanı Sayın Avcı'nın verdiği bilgilere göre Eğitim-Bir Sen'li olan 6 bin 903 kişi değerlendirmeye alınmış, 4 bin 900'ü 75 ve üzeri puan almıştır. Türk-Eğitim Sen'den 3 bin 922 kişi değerlendirmeye alınmış, bin 146'sı 75 üzeri almıştır. Eğitim-Sen bin 207 kişi değerlendirmeye alınmış, 386 kişi 75 üzeri almıştır.

Müdür görevlendirmelerinde yapılan değerlendirmelerin ve verilen puanların objektif olduğu, bütün müdürlere adil ve hakkaniyete uygun davranıldığını düşünmek yukarıdaki verilere bakılarak bile mümkün değildir.

Konfederasyonumuz baştan beri eğitim yöneticilerinin bütün eğitim bileşenlerin katılımıyla yapılacak seçimler ile kendi yöneticilerini kendilerinin seçmesini savunmaktadır. Bakanlığın eğitim yöneticilerinin siyasi iradenin belirlediği idari makamlar tarafından belirlenmesi konusunda neden bu kadar ısrarcı olduğu, açıklanan değerlendirme sonuçları ile bir kez daha görülmüştür.

Değerli Katılımcılar,

Bir süredir kamuoyunda tartışılan ve daha önce MEB tarafından yayınlanan Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi'nde de yer alan öğretmenlere il içi ve il dışı rotasyon (zorunlu yer değiştirme) çalışmalarında son aşamaya gelinmiştir. Konu Bakanlık tarafından her ne kadar "isteğe bağlı yer değiştirmeler" ile ilgili gibi gösterilmeye çalışsa da, aynı maddede yer alan "hizmet süreleri" ifadesi ile öğretmenlerin aynı işyerinde belli bir hizmet süresini doldurması sonrasında rotasyona tabi tutulacağı anlaşılmaktadır.

Öğretmenlere rotasyon için öncelikle mevcut öğretmen atama ve yer değiştirme yönetmeliği yeni teşkilat yasasına uygun olarak güncellenecek, hemen ardından öğretmenlere zorunlu rotasyon konusu gündeme gelecektir. Eğitim yöneticilerinin ardından öğretmenlere de zorunlu rotasyonun uygulanmak istenmesi kabul edilemez. Özellikle büyükşehirlerin sınırlarının son derece genişlediği bir dönemde açıkça "il içi sürgün" anlamına gelecek ve on binlerce eğitim emekçisinin aile ve okul yaşantısını alt-üst edebilecektir.

MEB'in görevi, eğitimde 4+4+4 dayatmasında olduğu gibi, attığı her adımda, eğitim emekçilerini mağdur etmek değil, onların yaşadığı sorunlara çözüm üretmek, taleplerini dikkate almaktır.

Öğretmenler açısından açıkça "il için sürgün" anlamına gelen ve pek çok yönden istismar edilebilecek "zorunlu rotasyon" uygulaması asla gündeme getirilmemelidir. Öğretmenleri zorunlu rotasyona tabi tutmak yerine, gönüllülük ve teşvik esasına dayalı çözümler geliştirilmelidir. Hiçbir eğitim emekçisi kendi isteği dışında çalıştığı okuldan, çalışma arkadaşlarından ve öğrencilerinden zorla koparılmamalıdır.

Değerli Katılımcılar,

Bilindiği üzere Sendikamız Eğitim Sen öncülüğünde 9 Şubat 2015 tarihinden itibaren nöbetlerin fazla mesai olarak kabul edilmesi ve ücretlendirilmesi talebiyle başlayan ve kamuoyundan da yaygın bir destek gören "nöbet tutmama" eylemleri angarya çalışmaya karşı başlatılan bir eylemdir.

Çünkü Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde görev yapan eğitim yöneticileri ve öğretmenlere verilen nöbet görevi fazla mesai kapsamında değerlendirilmemekte, nöbetlerde uyulması gereken esaslar fiilen okul idarecilerinin inisiyatifine bırakılarak öğretmenler sürekli mağdur edilmektedir. Nöbet görevi nedeniyle eğitim emekçileri ciddi sorunlarla karşı karşıya bırakılsa da söz konusu görevin eğitim-öğretimin bir parçası olması ve öğretmenler tarafından yerine getirilmesi oldukça önemlidir ve nöbet görevi öğretmenliğin somut bir parçasıdır.

Ancak bütün bu gerçeklere karşın özellikle belirtmek gerekir ki, mevcut nöbet uygulaması öğretmene ciddi sorumluluklar yüklerken, nöbet görevi karşısında öğretmenin en temel haklarını yok saymaktadır. Nöbet görevi, her ne kadar Milli Eğitim ile ilgili yasalarda tanımlanmasa da çıkarılan yönetmeliklere eklenen birer madde ile yönetici ve öğretmene çok fazla sorumluluk yüklenmektedir. Dolayısıyla nöbetlerde uyulması gereken esaslar, öğretmenler kurulunda görüşülmekte; ancak fiilen okul yönetiminin inisiyatifine devredilmektedir. Öğretmenleri cezai ve disiplin işlemleriyle karşı karşıya bırakabilen bir alanda, öğretmenlerin haklarının ve sorumluluklarının net olarak tanımlanmaması en başta öğretmenler olmak üzere, tüm eğitim emekçilerini ciddi bir baskı altında bırakmaktadır.

Dolaysıyla öncelikle nöbet hizmetinin ortak-yasal bir zemine dayandırılması ve uygulamadaki farklılıklara son verilmesi gerekmektedir. Nöbet görevleri en fazla haftada bir gün olmak üzere, Yönetmeliklere koşulları belirlenmiş bütün öğretmenlere eşit olarak dağıtılmalıdır. Öğretmenlerin nöbetçi oldukları günlerde ders ve diğer görevleri azaltılmalı, öğretmenin nöbeti sırasında dinlenecek zaman ve mekan yaratılmalıdır. Ek ders ücretleri günün koşullarına göre uyarlanmalı, her türlü ek ödeme temel ücrete yansıtılmalıdır. Diğer meslek gruplarında nöbet hizmeti "Fazla Mesai" olarak kabul görmekte ve bunun için ek bir ücret ödemesi yapılmaktadır. Öğretmenlere nöbet hizmetleri için herhangi bir ek ücret ödemesinin yapılmaması Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine aykırı olduğundan; nöbet hizmeti angarya olmaktan çıkarılıp "fazla mesai" olarak kabul edilmeli ve 4 saat ek ders ücreti ödenmelidir. Ayrıca ek ders ücretleri iki katına çıkarılmalıdır.

Değerli Katılımcılar,

Eğitim emekçilerinin yüzlerce sorunlarından bir tanesi de öğretmen ve personel açıkları ile ataması yapılmayan öğretmenler sorunudur.

AKP Hükümeti döneminde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan öğretmen atamaları rakamsal olarak artmış gibi görünse de, okullardaki öğretmen ihtiyacının ve beklenen rakamların altında kalmış, işsiz öğretmenler sürekli bir beklenti içerisine sürüklenerek sorun giderek büyümüştür. Önümüzdeki birkaç yıl içinde işsiz öğretmen sayısının 500 bini aşması kaçınılmaz görünmektedir. Bugüne kadar ataması yapılmadığı için 40'ın üzerinde işsiz öğretmen intihar etmiştir. Öğretmenlik mesleğinin herkesin yapabileceği sıradan bir "iş" olarak değerlendiren, öğretmenlik gibi mesleki uzmanlık gerektiren bir mesleğin "ücretli öğretmen"ler tarafından yerine getirilmesinin önünü açan Bakanlığın öğretmenlerin dönem dönem mesleki yeterliliklerini tartışmaya açması öğretmenlik mesleğinin değersizleştirilmesine neden olmaktadır.

Nitelikli bir eğitimin gerçekleştirilebilmesi için öğretmenlerin yetiştirilme ve atanmaları sürecinin planlı şekilde işlemesi gerekmektedir.

Eğitimdeki bütün kadrosuz ve güvencesiz istihdam biçimlerine son verilmeli, öğretmen açıklarını kapatacak kadar öğretmen ataması yapılmalıdır.

Değerli Katılımcılar,

Sağlık ve Sosyal Hizmetler işkolunda yaşanan sorunların çözümsüzlüğe terkedilmesi sonuçları tüm toplumu ilgilendirdiğinden oldukça tehlikelidir.

Öncelikle Sağlık ve Sosyal Hizmetler İşkolunda görev yapan ve iş güvencesi bulunmayan sözleşmeli personel (657 sayılı kanunun 4/B maddesi, 4924 sayılı kanun), geçici personel (657 sayılı kanun 4/C), vekil personel (657 sayılı 86. madde), taşeron şirketler marifetiyle çalıştırılan sağlık işçileri kadroya alınmalıdır.

Bu hizmet kolumuzda maaş ve ücret adaletsizliği performansa dayalı ek ödeme sistemi ile had safhaya vardırılmıştır. Öncelikle bu adaletsizliğin giderilerek ek ödeme oranlarının arttırılması sağlanmalı, sabit ek ödeme oranları yükseltilmeli, en az alan il ile en çok alan il arasındaki makas daraltılmalı ve bu konuda bir adalet sağlanmalı, riskli birim olarak kabul edilen birimlere hizmet veren tüm personel ilave ek ödemeden yararlanmalıdır.

Hem sağlık hem de sosyal hizmetler işkollarımızda az personelle çok iş yapılmaktadır. Çalışma standartları ve hali hazırdaki personel eksikliğinin belirlenmesi için sendikamızın da içinde bulunduğu bir komisyonca çalışma yapılmalı, personel eksikliği belirlenerek personel açığı giderilmelidir.

Nöbet, icap ve mesai sonu çalışma adı altında yaptırılan fazla çalıştırmaya son verilmeli, zorunlu hallerde yapılacak fazla çalıştırma karşılığı ücretler maaş ve ek ödeme toplamının normal mesai saatine bölünmesi sureti ile elde edilen miktarın en az 2 katı olarak verilmelidir.

Doğumdan sonra iki yıl boyunca her türlü fazla çalıştırma yasaklanmalı, kadınlarda 20, erkeklerde 25 çalışma yılını doldurma halinde zorunlu hallerde bile nöbet yaptırılmamalıdır.

Hizmet kolumuzda görev yapan sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin tamamının meslek ve görev alanları dikkate alınarak fiili hizmet süresi zammından yararlanmaları sağlanmalıdır.

Sağlık ve sosyal hizmet kolunda çalışma ağır ve tehlikeli işler kapsamına alınmalı, iyonize radyasyon kaynakları ile çalışan sağlık emekçilerinin mesaisi radyoloji tüzüğü gereği günlük 5 saatle sınırlı tutulmalıdır. Ağız ve Diş Sağlığı Merkezlerinde görev yapan radyoloji çalışanlarının fiili hizmet zammı eksiksiz olarak uygulanmalıdır.

Genel olarak sağlık ve sosyal hizmet veren bütün işyerlerinde çalışan sağlık personeli yönünden çalışılan her bir 360 gün için 120 gün, geceleri, tatil günleri ve fazla sürelerle çalışma gibi ağır ve çalışanı yıpratıcı çalışma biçimlerine tabi tutulan sağlık personeli için 180 gün ve diğer sağlık hizmetlerine oranla daha ağır ve çalışanı yıpratıcı özellikte olan acil sağlık hizmetleri, yoğun bakım gibi işlerde çalışan sağlık çalışanları için 180 gün fiili hizmet süresi zammı eklenmelidir.

Bununla beraber genel olarak sağlık ve sosyal hizmet veren bütün işyerlerinde çalışan diğer hizmet sınıfına dahil personel içinde çalışılan her bir 360 gün için 60 gün, vardiya, nöbet, icap nöbeti, uzatılmış mesai gibi çalışma biçimleri ile yoğun bakım, acil sağlık hizmetleri, ameliyathane, İyonlaştırıcı radyasyonla teşhis, tedavi, araştırma iş veya işlemleri ile ağırlığı ve yıpratıcılığı bakımından benzeri nitelikteki işlerde çalışan diğer hizmet sınıfına dahil personel için 90 gün fiili hizmet süresi zammı eklenmelidir. Ayrıca sağlık çalışanlarının fiili hizmet süresi zammından yararlandırılacakları dönem içinde kalan; yıllık ücretli izin, sıhhi izin, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil günleri ile eğitim, kurs, iş öncesi ve sonrası hazırlık sürelerinde fiilen çalışmış gibi kabul edilmeli, fiili hizmet süreleri bütünüyle prim ödeme gün sayısına eklenmeli ve emeklilik yaş haddinden düşülmelidir. Yanısıra fiili hizmet süresinin yaş haddinden indirilebilmesi için en az çalışma gün sayısı yer altı işlerinde çalışanlarda olduğu gibi 1800 gün olmalıdır.

Türkiye Halk Sağlığı Kurumunun, aile hekimliğinde nöbet hizmetleri konulu 9 Aralık 2014 tarih ve 2014/33 sayılı genelgesi ile aile hekimi ve aile sağlığı elemanlarına ASM ve TSM'lerin yanı sıra yataklı tedavi kurumları ve 112 istasyonlarında nöbet görevi ile ilgili esaslar düzenlenmiş ve aylık en az 16 saat zorunlu fazla çalışma getirilmek istenmiştir. Bu kapsamda 2015 Ocak ayından itibaren halk sağlığı müdürlükleri tarafından nöbet listeleri hazırlanmakta ve internet üzerinden ilan edilmektedir.

Aile hekimliğine veya aile sağlığı elemanlarına geçiş esnasında yürürlükte bulunan mevzuat ile bu kapsamda yapılan sözleşmelere bakıldığında, aile hekimleri ve aile sağlığı elemanlarının öncelikli görevinin kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile 1.basamak teşhis, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini devamlı olarak belli bir mekanda vermek, gerektiği ölçüde gezici sağlık hizmeti vermek ve tam gün esasına göre çalışmakla yükümlü olduğu düzenlenmişti. Nitekim bu kapsamda da her aile hekimi görev yaptığı ASM belli olup, kaç vatandaşa sağlık hizmeti vereceği de kayıtlı olarak belli edilmişti. Nöbet sistemine geçiş ile birlikte zorunlu çalıştırmanın yanı sıra asıl hizmet verilmesi gereken kayıtlı nüfusun hizmet almasında zaaf yaratılmakta ve sisteme kayıtlı olmayan kesime hizmet verilmesi sağlanarak aile hekimliği sistemi tamamen 2.basamak sağlık hizmetinin verildiği tedavi edici hizmetlere destek sağlık hizmetine evrilmek istenmektedir. Bu durum koruyucu sağlık hizmetlerinin ciddi manada ihmal edilmesine sebep olacaktır. Esasen aile hekimliğinde nöbetlere karşı çıkmamızın sebebi budur.

Anayasa'nın 50.maddesinde dinlenme hakkı düzenlenmiş olup, bu hakkın gerek kanunla gerekse de genelge ile ihlal edilmesi kesinlikle kabul edilemez. Anayasa'nın 13.maddesinde temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulamayacağı düzenlenmiştir. Mevcut genelge ile dinlenme hakkının özüne dokunulduğundan açıkça Anayasa'ya aykırı olan bir uygulamayı kabul etmemiz beklenmemelidir.

Bunun yanı sıra ASM'lerin cari giderlerinin hesaplanmasında hafta sonu yaptırılacak zorunlu çalıştırılmalarda ortaya çıkacak giderler dahil edilmemiştir. Bu şekilde hafta sonu çalıştırmalarla cari giderlerde önemli ölçüde artış olacaktır. Dolayısıyla bu hususların toplamı göz önüne alınarak hafta sonu nöbetlerinin ortadan kaldırılması gerekmektedir.

Bununla birlikte, söz konusu nöbetler konusu başta sendikamız SES olmak üzere birinci basamak alanında örgütlü sendika, oda ve dernekler ve üyeleri tarafından da tepki ile karşılanmakta ve alandaki iş barışını da bozar niteliktedir. Bu konuda yapılan birçok demokratik eylem kamuoyuna da yansımaktadır. Alanda çalışanların bu kadar yoğun tepkisi de dikkate alınmalı, yukarıda belirtilen konular birlikte ele alınarakGenelge geri çekilmeli ve nöbet uygulamasındaki ısrara son verilmelidir.

Bilindiği üzere 2 Haziran 2015 tarihli ve 25833 sayıl Resmi Gazetede yayınlanan "Sendikal Gelişmeler Doğrultusunda Alınacak Önlemler" hakkında 2005/14 sayılı Başbakanık Genelgesinin 9. maddesinde "Sendikanın ve konfederasyonun merkez ve şubelerinde yönetim, denetim, disiplin ve başkanlar kurulu toplantılarına katılacak olan söz konusu kurul üyeleri ve delegeler, sendikanın ve konfederasyonun toplantı, yer, tarih ve süresini belirten yazılı talebi üzerine kamu hizmetlerini aksatmamak şartı ile toplantı süresince kurumlarında idari izinli sayılacaklardır" hükmüne yer verilmiştir.

Ancak, özellikle Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna bağlı kurum ve kuruluşlarda, Sendikamız SES'in tüzüğünde yer alan, sendikamızın karar alma organı olan ve yılda dört kez toplanan Merkez Temsilciler Kurulu toplantılarına katılacak üyelerimiz ve yöneticilerimizin kurumlarından idari izinli sayılmaları konusunda çeşitli sorunlar yaşanmakta, engellemeler oluşturulmakta, üyelerin idari izin kullanmalarında zorluklar yaşanmaktadır. Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu tarafından buna gerekçe olarak ise, adı geçen Başbakanlık Genelgesinde sayılı organların içerisinde Merkez Temsilciler Kurulu'nun sayılmamış olması gösterilmektedir.

Ancak, sendikamız SES'in tüzüğünde de açıkça ifade edildiği üzere, sendikamızda Başkanlar Kurulu adıyla bir organ bulunmakta, Başkanlar Kurulunun karşılığı olarak Merkez Temsilciler Kurulu organı yer almaktadır. 4688 sayılı Kanunun 8. maddesinin ikinci fıkrasında da açıkça belirtildiği üzere "Sendika ve konfederasyonlar, birinci fıkrada belirtilen organların dışında da organlar kurabilir. Tüzüklerinde belirtilmesi kaydıyla genel kurul dışındaki organlar, görev, yetki ve sorumluluklarını kurulacak bu organlara devredebilir" denmektedir.

Bu nedenle, ilgili Başbakanlık Genelgesi gereğince sendikamızın Merkez Temsilciler Kurulu Toplantılarına katılacak üye ve yöneticilerimizin kurumlarınca idari izinli sayılmaları konusunda yaşanan problemler çözülmelidir. Bu konuda Kurumlara ek bir yazı yazılarak kısıtlamaların ortadan kaldırılması sağlanabileceği gibi, Başbakanlık Genelgesinde belirtilen organların sendika tüzüklerine göre yenilenmesini içeren bir düzenleme yapılarak soruna kalıcı bir çözüm getirilebilir.

Yetki dönemlerinde de ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunlardan biri "dilekçe ile istifa işlemini durdurmak" oluyor. Üyelikten çekilme Formu dışında herhangi bir dilekçenin devreye sokulmaması gerekmektedir.

Kamu Hastane Birlikleri adı altında birer ticari işletmeye dönüştürülen hastane modelinden vazgeçilerek, yöneticilerin çalışanlar tarafından seçimle belirlendiği Devlet Hastanesi uygulamasına geçilmelidir.

663 sayılı KHK ile kurumları ayrılan ve resen atamaya tabi tutulan personelin isteklerine uygun olarak atamaları yapılmalı ve mağduriyetleri giderilmeli, atama ve nakillerdeki keyfi tutumlara son verilmeli, çalışanlar üzerindeki idari baskı son bulmalıdır.

Görevde yükselme ve unvan değişikliği sınavı yılda en az 2 kez yapılmalı, kadrolaşmaya son verilmeli, atama yönetmeliğindeki fiilen 2 yıl çalışma şartı kaldırılmalıdır. Hizmetli personellerin bir kereye mahsus VHKİ( veri hazırlama kontrol işletmenliği) ve memur kadrolarına geçirilmeleri sağlanmalıdır.

Bu hizmet kolumuzda 24 saat hizmet verildiği gerçeğinden hareketle çalışanların çocuklarını bırakabilecekleri ve nitelikli bakım ve eğitim verilebilecek 24 saat açık ücretsiz nitelikli kreşler açılmalıdır.

Günün koşulları ve mesleki gereklilikler göz önüne alınarak hizmet kolumuzda çalışan sağlık ve sosyal hizmet emekçilerine sağlık alanındakilere sağlık hizmet tazminatı, sosyal hizmet alanındakilere sosyal hizmet tazminatı verilmelidir.

Hizmet kolumuzda görev yapan personelin görev yaptığı unvanların tamamını kapsayacak şekilde sınavsız ve birinci öğretim kapsamında harca tabi olmadan lisans tamamlama hakkından yararlandırılmalıdır. Üniversitelerin yüksek lisans duyuruları herkesi kapsayacak şeklide yapılmalı ve yüksek lisansta ayırımcı uygulamalara son verilmelidir.

Sağlık ve sosyal hizmet kolundaki giyim yardımları, yazlık ve kışlık kıyafetlerin ücreti piyasa koşullarına göre nitelikli giysiler baz alınarak belirlenmeli, nakdi karşılığı hiçbir kesintiye tabi tutulmadan personele zamanında nakit olarak ödenmelidir.

Aile hekimleri ve Aile sağlığı çalışanlarının tamamı kadrolu olmalı, ASM'ler devlete ait olmalı, ilgili yönetmelikte belirtilen her türlü donanım devlet tarafından temin edilmeli ve aile hekimlerinden kira alınmamalıdır.

Sağlık hizmet sunumunun hiçbir kademesinde katkı-katılım payları ile ilave ek ücretler alınmamalıdır.

Değerli Katılımcılar,

Bilindiği üzere 04.04.2012 tarihinde siyasi iktidar 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunda kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkı tanıdığını iddia ettiği bir değişiklik gerçekleştirmiştir. Söz konusu bu değişiklik ülkemiz çalışma ilişkilerinde özgürlük ve demokratikleşme yönünde bir ileri adım olmaktan ziyade iki yıllık uygulamalarında da görüldüğü üzere kamu emekçilerinin mevcut haklarını dahi gasp eden anti demokratik ve uluslararası hukuk ile Anayasa'ya aykırı bir düzenleme olmuştur.

Yasanın özellikle mahalli idarelerle ilgili bölümleri Anayasa'nın 90. maddesi çerçevesinde iç hukukta doğrudan uygulanması gereken Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşme ve hukuk kararlarına dayanarak, mevcutta kullandığı toplu sözleşme hakkının dahi ellerinden alınmasına neden olacak niteliktedir.

İlgili Yasanın 32. maddesinde düzenlenen "mahalli idarelerde sözleşme imzalanması" başlıklı değişiklik bir bütün olarak sözleşmenin çalışma ilişkilerinin zorunlu bir parçası olduğunu teyit eden ILO sözleşmelerine ve komite kararlarına aykırı olduğu gibi AİHM Büyük Dairesinin 12 Kasım 2008 tarihinde TÜM BEL SEN lehine vermiş olduğu içtihat niteliğindeki kararına ve bu kararın dayandığı AİHS'in 11. Maddesine aykırıdır.

Çalışma yaşamına ilişkin bütün ulusal ve uluslararası belgelerde, çalışanlar ile işveren arasında eşit düzeyli pazarlık sistemine dayanan ve tarafların anlaşması halinde imzalandığı belirtilen toplu sözleşmenin, yasanın 32. maddesinde belediyelerde belediye başkanın, il özel idarelerinde ise valinin teklifi üzerine yapılabileceğine yönelik düzenleme bu madde kapsamında sözü edilen mahalli idarelerdeki sözleşmelerin, toplu sözleşme olmadığını göstermektedir.

Gerek ILO sözleşmeleri ve sözleşmelerin tamamlayıcı unsuru olarak kabul edilen komite kararlarında gerekse AİHM Büyük Daire kararında, toplu iş sözleşmesinin sendikal örgütlülüğün ayrılmaz bir parçası olduğu belirtilmekte, bu hakkın kullanımına yönelik her hangi bir engelleme ve ya kısıtlamanın sendikal örgütlülüğe müdahale niteliğinde olduğu belirtilmekte ve böylesi bir engelleme ve ya müdahalenin Türkiye'nin de taraf olduğu AİHS'in 11. maddesinin ihlal edilmesi anlamına geldiği belirtilmektedir.

Zaten söz konusu maddedeki "Bu sözleşme bu Kanunun uygulanması bakımından toplu sözleşme sayılmaz ve bu kapsamda Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna başvurulamaz." İfadesi de yasa kapsamında kamu emekçilerine tanındığı iddia edilen toplu sözleşme hakkının dahi yerel yönetim emekçilerine tanınmadığının ifadesidir.

Toplu iş sözleşme müzakerelerinde tarafların anlaşmaması halinde emekçilerin grev hakkını kullanmasının yasaklanarak uluslararası çalışma hukukunda sadece uzlaştırıcı görevi olduğu bilinen hakem kurulunun son karar merci olarak belirlenmesi ayrı bir hukuksuzlukken; yerel yönetim emekçilerine bunun dahi tanınmaması açıkça bir ayrımcılık olup, toplu sözleşme hakkı üzerinden sendikal örgütlenme hakkının engellenmesidir.

Yasanın yine bu maddesinin son fıkrasında, mahalli idarelerin çalışanlarıyla sözleşme yapabilmesinin belediyelerde personel giderinin bütçe gelirlerinin %30'nu, il özel idarelerinde ise %25'ini geçmemesi şartına bağlanmakta dolayısıyla yerel yönetim idaresinin de çalışanlarıyla toplu sözleşme yapma hususunda özgürce karar vermesi engellenmektedir.

Bu şartların ülkemizdeki belediyelerin %90'ı için uygulanamaz olduğu dikkate alındığında ilgili bu madde ile yerel yönetim emekçilerinin bu hakkının fiilen gasp edilmek istendiği görülmektedir.

Bu duruma ilişkin yasa görüşmeleri sürecinde kamuoyu baskısı oluşması nedeniyle siyasi iktidar son dakika önerisi ile yasaya geçici bir madde(geçici 14. Madde) ekleyerek 15.03.2012 tarihinden önce ilk kez imzalanan sözleşmeler için 4688 sayılı yasanın 32. Maddesi 3 fıkrasının 31.12.2015'e kadar uygulanmamasını hükme bağlanmıştır. Ancak bu istisnai uygulama 01.0.12016 tarihi itibariyle sona ereceğinden ilgili bu yasal düzenleme ile ülkemiz hemen bütün belediyelerinde kamu emekçileri adına toplu sözleşme imzalanması engellenmiş, bu nedenle on binlerce yerel yönetim emekçisi hali hazırda kullandığı ekonomik ve sosyal hakları artık kullanmaz hale gelecektir.

Bu bağlamda söz konusu düzenleme ILO Sözleşmeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, BM ikiz Sözleşmeleri ve Avrupa Sosyal şartı gibi Türkiye'nin taraf olduğu temel uluslararası sözleşmelere ve dolaysıyla Anayasa'nın 90. Maddesine ve kamu görevlilerinin toplu sözleşme hakkı olduğunu belirten 53. Maddesine aykırı bir düzenlemedir.

Öte yandan 4688 sayılı Kamu görevlileri sendikaları ve toplu sözleşme kanunun çerçevesinde ülkemizin birçok yerel yönetim kurumunda toplu iş sözleşmesi imzalanmış olup bu sözleşmeler sayesinde on binlerce yerel yönetim emekçisi ekstra ödemeler almaktadırlar. 4688 sayılı yasanın 32. Maddesine göre söz konusu bu ödemelerin hukuksal dayanağı olan 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname genel olarak kamu görevlilerine yapılan ek ödemeleri düzenlemekte olup, bu ödemelerin damga vergisi hariç herhangi bir vergiye tabi tutulamayacağını belirtmektedir. Bununla birlikte, ilgili Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 15. Maddesinde sosyal denge tazminatı ödemelerinin hangi vergi kalemlerine tabi tutulacağı net bir şekilde belirtilmediğinden yerel yönetim kurumlarında bu ödemelerin muhasebeleştirilmesi sırasında birbirinden farklı uygulamalar yaşanmaktadır. Bazı mahalli idare kurumlarında, sosyal denge tazminatından gelir vergisi ve damga vergisi birlikte kesilirken bazılarında ise sadece damga vergisi kesintisi yapılmaktadır. Gelir vergisi kesintisi yapılan kurumlarda 375 sayılı KHK kararnamenin ek 15. Maddesinde sosyal denge tazminatı ödemelerinin vergilendirilmesine ilişkin bir istisna belirtilmediğinden bu ödemelerin vergilendirilmesi hususunu 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu kapsamında değerlendirmektedir. Ancak, bu uygulama için dayanak olarak alınan 193 sayılı Gelir Vergisi Kanun'u her hangi bir ödemenin gelir vergisine tabi olması için onun düzenli bir ödeme olmasından hareket etmektedir. Oysa ki 4688 sayılı yasanın 32. Maddesinde belirtildiği üzere 375 sayılı KHK'ın ek 15. Maddesi çerçevesinde sosyal denge tazminatı ödemeye yönelik belediyeler ve il özel idareleri ile bu kurumlardaki yetkili sendika arasında imzalanabilecek sözleşmelerin 4688 sayılı Kanunun uygulanması bakımından toplu sözleşme sayılmayacağı belirtilmesi, söz konusu sözleşmelere dayalı olarak yapılan sosyal denge tazminatı ödemlerinin kazanılmış bir hak sayılmayıp, ücretin düzenli bir parçası olarak kabul edilmemesine ve çalışanların emekliliğe esas aylıklarına dahil edilmemesine neden olmaktadır.

Bu itibarla, bahsi edilen sosyal denge tazminatı ödemeleri, işçilerin, üyesi oldukları sendikalarının yapmış olduğu Toplu İş Sözleşmesi sayesinde, aldıkları iyileştirme zamları, ikramiyeler veya toplu sözleşme ödemeleri gibi; işçinin emekliliğe esas kabul edilen aylığına dahil edilen düzenli bir ücret gibi değil sadece belli bir döneme ve ya duruma özgü tazminat veya ek ödeme gibi değerlendirilmektedir. Yasa koyucunun sosyal denge tazminatı ödemelerini kamu görevlilerine yapılan ek ödemleri düzenleyen 375 sayılı KHK kapsamında düzenlemesi de bu ödemleri düzenli bir ücret kalemi veya temel aylığın bir parçası gibi değil belli durumlarla sınırlı bir ek ödeme veya tazminat gibi değerlendirdiğini göstermektedir.

Bu nedenle, belediyeler ve il özel idarelerindeki kamu görevlilerinin 4688 sayılı yasanın 32. Maddesi çerçevesinde yapılan sözleşmelere dayalı olarak aldıkları sosyal denge tazminatı ödemlerinin hukuksal dayanağı olan 375 sayılı KHK ile düzenlenen bütün ek ödemeler de olduğu gibi damga vergisi hariç hiçbir vergi ve kesintiye tabi olmaması gerekmektedir.

Yukarıda belirtilen hukuksal dayanaklara rağmen sosyal denge tazminatı ödemelerinde halen gelir vergisi kesintisi yapılacak ise bu ödemelerin 198 sayılı Gelir Vergisi Kanun kapsamında ücret olarak değerlendirilmesinden hareketle bu ödemelerin kamu görevlilerinin emekliliğe esas taban aylıklarına dahil edilmesi gerekmektedir. Aksi halde hem usulsüzlük yapılmakta hem de Anayasa'nın eşitlik ilkesi ihlal edilmiş olmaktadır.

Değerli Katılımcılar,

Yardımcı Hizmetler Sınıfında görev yapan Fakülte ve Yüksek Lisans mezunu binlerce kamu emekçisi var. Ek Gösterge alamayan ve Kurumların çoğunda Görevde Yükselme Sınavı açılmayan Yardımcı Hizmetler sınıfında görev yapan Lisans ve Yüksek Lisans mezunları sık sık sınav açılarak Genel İdari Hizmetler sınıfına geçirilmelidir.

666 sayılı KHK ile kamu emekçilerinin maaş ve özlük haklarında yaratılan uçurumdan kaynaklı binlerce kamu emekçisi davalar açmakta açılan bu davalardan kaynaklı hem kamu hem de kamu emekçileri mağdur edilmektedir.

Hakim ve Savcılara verilen iyileştirme sonrası Adalet Bakanlığı emekçilerinin (yazı işleri müdürü, zabıt katibi, mübaşir) maaş ve özlük haklarıyla ilgili ne zaman bir iyileştirme acilen yapılmalıdır.

Maliye Bakanlığında ve Gelir İdaresi Başkanlığında Gelir- Gider ayrımı ile başlayan sürecin sonrasında emekçiler arasında ortaya çıkan fırsat eşitsizliği ve ücret adaletsizliği, fazla çalışma ücreti uygulamalarındaki sorunlar, eksik personel sorununun yarattığı ağır iş yükü, ücret adaletsizlikleri, esnek ve performansa bağlı çalıştırma, rotasyon adı altındaki sürgün uygulamaları, hasarlı binalar, sağlık ve eğitim gerekçesiyle tayin taleplerinin yerine getirilmeyişi, il dışı hasta sevklerinde refakat izni verilmeyişi, merkez ve taşra teşkilatındaki servis sorunu devam etmektedir. Halen Gelir İdaresi Başkanlığında ortalama 40 Bin çalışandan 17 Bininin uzman olmadığı/olamadığı ve her ay 1000 TL ücret adaletsizliği ile karşı karşıya kaldığı, kamuoyuna yansıyan yeni bir çatı tartışmasının maliye emekçilerinin yaşadığı sorunları görmeyen bir yerden değerlendiriyor olması olası yeni bir yapılanma sürecinde topyekün ortak taleplerimiz için mücadelenin öneminin altı çizilmiştir.

İşkur ve Sosyal Güvenlik Kurumu çalışanlarının almış olduğu ikramiyelerin 666 sayılı KHK ile kesilmesinden sonra Anayasa Mahkemesi'nce ikramiyelerin ilgili KHK'deki düzenleme ile verilmemesinin hukuksuz olduğuna dair kararı varken, ödemeyen SGK 'ya karşı sendikamız BES'in açtığı bir dava daha kazanılmış ancak Kurum ikramiyeleri hala ödememektedir. Bu durum düzeltilmelidir.

Başta seçim dönemleri olmak üzere gece-gündüz çalışmak zorunda bırakılan nüfus emekçilerine harcadığı emeğin karşılığı olmayan cüzi miktarlarda fazla çalışma ücreti ödenmekte, angarya çalıştırma ve esnek çalıştırma nüfus müdürlüklerinde yaygınlaştırılmaktadır. Doğum, ölüm, evlenme, boşanma, kayıt düzeltme, nüfus ve aile cüzdanı gibi zaten yapmakta olduğu işlere eklenen bu yeni işler, nüfus emekçilerinin çalışma koşullarını ağırlaştırmaktadır. İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünde büro hizmeti verilen birimlerde yeterince yeni ve kadrolu personel istihdam edilmelidir. Nüfus emekçilerinin ağır iş yükü altında ve angaryayla çalıştırılmasına son verilmelidir. Genel, yerel, cumhurbaşkanlığı seçimleri, referandumlar ve ekstra iş yoğunluklarının olduğu dönemlerde nüfus emekçilerine bir maaş tutarında ikramiye verilmelidir. Hizmet binaları bir an önce yenilenmeli, gerekirse çağa uygun binalar yapılmalıdır.

Avrupa'da sivil havacılıkla ilgili gelirleri kontrol eden EUROCONTROL teşkilatının Türkiye temsilcisi DHMİ (Devlet hava Meydanları İşletmesi) paydaşları ise Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Meteoroloji Genel Müdürlüğü'dür. Meteoroloji Genel Müdürlüğü Döner Sermaye İşletmesi Eurocontrol gelirlerinden aldığı payı yatırımlarda kullanmakta, harcayamadığı parayı sermaye artırımı yapmakta veya maliyeye aktarmaktadır. Devlet Hava Meydanları İşletmesi ise 2012 yılında çıkartılan havacılık tazminatına ilişkin kanun ve Yüksek planlama kurulu kararı gereğince Eurocontrol gelirlerinden bir kısmını çalışanlara havacılık tazminatı olarak vermektedir. Meteoroloji Genel Müdürlüğü emekçilerinin böylesi bir gelirden mahrum bırakılması hem çifte standart hem de eşitlik ve adalet ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Meteoroloji Genel Müdürlüğünde çalışan kamu emekçileri de aynı haktan yararlandırılmalıdır.

Değerli Katılımcılar,

Bayındırlık, İnşaat ve Köy Hizmetleri hizmet kolunda Kalite Yönetimi, Personel verimliliği uygulamaları fiilen başlatılmasıyla birlikte sorunlar katlanarak büyümüştür.

İşkolumuzda çeşitli Yönetmeliklere dayalı rotasyon ve 25 yılını aynı İlde dolduran çalışanları sürgün ederek emekliliğe zorlanmaktadır.

Tapu ve Kadastro Bölge Müdürlüklerinde Doğu ve Güneydoğu illeri başta olmak üzere geçici görevlendirme adı altında sürgünler yoğunlaşmıştır. Yine aynı kurumda müfettişlerce düzenlenen ve dayanağı olmayan çeşitli tutanak veya raporlara dayanarak üyelerimiz hakkında ilkin disiplin soruşturmaları açılmakta, ardından bu soruşturmalara dayanılarak tayinleri çıkartılmaktadır.

Tapu Müdürlüklerinde personel eksikliğinden dolayı iş yoğunluğu yaşanmakta, ancak bu zorunlu fazla çalışmadan dolayı her hangi bir mesai ücreti verilmemektedir.

Bayındırlık, İnşaat ve Köy Hizmetleri hizmet kolunun tamamı teknik hizmetler sınıfında olan çalışanlardan oluşmaktadır. Bu kadroda olanlara Harcırah Kanunu ile Arazi ve Seyyar Görev Tazminatı hakkı verilmiştir. Ancak son yıllarda hem sendika üyeliğine göre ayırım yapılmakta, hem de arazi tazminatlarına farklı tanımlar getirilerek sınırlandırılmakta, söz konusu tazminatlara çeşitli kısıtlamalar getirilmektedir.

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı çalışanlarının görev tanımlarının eksikliğinden dolayı, yaptıkları zorlu görevlerine rağmen özlük ve sosyal haklardan yararlandırılmamakta, mağdur edilmektedirler. Yemek yardımları verilmediği gibi birçok ilde lojman sıkıntısı ve çalışma mekanları soru vardır.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü ve AFAD çalışanları da 6 aylık geçici görevlendirmeler ile karşılaşmakta, buralarda çalışan üyelerimiz çeşitli bahanelerle disiplin kuruluna sevk edilmekte, baskı altına alınarak, sendikamızdan uzaklaştırmaya çalışılmaktadırlar.

İlbank A.Ş. lojmanlarının tamamı satılmış, Karayolları Bölge Müdürlüklerinin lojmanları da satışa çıkarılmaya başlanmıştır. Çalışanları her yönüyle mağdur edilmektedir.

İdareciler lojman komisyonuna sadece Bayındır Memur Sen'i alarak, sübjektif ve tarafgir kriterlerle lojman tahsisleri yapmakta ve çalışanları da bu yolla yandaş sendikaya üye yapmaya zorlamaktadırlar.

Hükümetin kadrolaşma politikalarından nasibini alan Bakanlıklardan biri de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'dır. İşe alımlarda belirleyici olan KPSS puanı değil, Bakanlık tarafından yapılan mülakatlardır.

Değerli Katılımcılar,

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı bünyesinde 2004 yılında sözleşme ile göreve başlatılan, 2006 yılı itibariyle TAR- GEL personeli adı altında Ülkenin dört bir yanındaki köylere ve beldelere gönderilen 10.000 personel, gelinen aşamada idarenin ihtiyacına veya keyfiyetine göre bazı günler köyde, bazı günler ilçe merkezinde görevlendirilmektedir. TARGEL çalışanlarının ilçe ve il merkezlerinde çalışan diğer emsal personelle aynı haklara sahip olması gerekir iken hiçbir haktan faydalanamamaktadırlar. Tayin ve özlük haklarına ilişkin sorunları çözüm beklemektedir. Görevde yükselebilme hakları ellerinden alınmıştır. Hizmet içi eğitimlerden aynı unvana sahip kadrolu meslektaşları gibi yararlandırılmamaktadırlar. Büro araç gereçleri, hatta yakacak malzeme verilmeksizin ömür boyu köylerde çalışma eşitsizliğine maruz kalmaktadırlar.

Orman Genel Müdürlüğünde çalışanlar yazışmaların geç yapılması ve tercih yapmak için çok kısa bir süre tanınması gibi nedenlerle rotasyona ilişkin yazı tebliğ edildiği gün tercih yapmak zorunda bırakılmıştır. Rotasyona tabi olduğu tebliğ edilen ve tercih yapması istenen kurum çalışanlarına, herhangi bir itiraz yöntemi ve süresi de tanınmamıştır. Rotasyon kapsamında zorunlu tayine tabi tutulanların kimler olduğu, bölgelere göre hizmet süreleri, hizmet puanları, görev unvanları açıklanmadığı gibi, tayin işlemlerinden sonra da kimin, kaç puanla, hangi göreve, kaçıncı tercihine tayin edildiği de açıklanmamıştır.

Bu hukuksuzluğun giderilmeli, bu keyfi uygulamanın iptali edilmeli ya da en azından mevcut yönetmelik çerçevesinde eşit ve adil uygulama yapılmalıdır.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığında Tekniker kadrosunda çalışanlar önlisans mezunu olup, mevcut durumda yaşadıkları sıkıntıların çözümü için lisans tamamlama hakkı tanınmalıdır. Sendikamız Tarım Orkam-Sen diğer bakanlıklarda da örnekleri olan uygulama için Bakanlıkla, Üniversitelerle ve YÖK'le görüşmeler yapmış, fakültelerin uzaktan eğitim modeliyle uygun bulduğu proje; YÖK ün onay vermemesi nedeniyle hayata geçirilmemiştir.

Bakanlıklara bağlı İl Müdürlüklerinde ve bağlı kuruluşlarda Kimyager, Biyolog, Sosyolog vb. kadrolarında görev yapan personel, 4 yıllık Fakülte mezunu olup, Mühendis ve Veteriner Hekimlerle; laboratuvarlar başta olmak üzere sahada aynı işi yapmaktadırlar. Buna rağmen maaşları arasında büyük fark bulunmaktadır. Sosyologların (Teknik Hizmetler sınıfına dahil olmasına rağmen) Özel Hizmet Tazminatları ve Emeklilik Ek Göstergeleri 2 yıllık yüksekokul mezunları olan Teknikerlerle aynıdır. Bu durumdaki personelin emsalleri ile aynı özlük haklarından yaralanması sağlanmalıdır.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının, İl ve İlçe Müdürlüklerinde yıl içinde yapılan işlemlerde kuruma kesilen döner sermayenin bir bölümü, bir sonraki yıl "üretimi teşvik pirimi" adı altında görevli personele dağıtılmaktadır. Genellikle Mart ayında belirlenip Nisan ayı maaşı ile birlikte personele ödenen üretim teşvik primi; Mayıs ayıdan itibaren her ay, ilgilinin ek ödeme tazminatı kadar kesilerek mahsup edilmektedir. Bu durum "teşvik" kavramıyla bağdaşmamaktadır. Ayrıca ilgili personel teşvik primi almakla daha erken bir üst vergi dilimine girdiğinden yıllık olarak maaşındaki kesinti miktarı primle aldığından fazlaya tekabül etmektedir. Bu nedenle teşvik priminin her türlü özlük haklarına ilave edilerek ödenmesi(mahsuplaşma yapılmadan) ve çalışanlar için vergi diliminin en alt dilimde sabitlenmesi gerekmektedir.

Ziraat Mühendisleri ile aynı işi yapan, aynı sorumluluğu alan, ancak yetkileri daraltılan teknisyen ve teknikerlerin tekrar yetkilendirilmesi sağlanmalıdır.

İşkolumuzda mesleki risk taşıyarak görev yapanlar tespit edilmeli, (Kimyasallar ile çalışan Laboratuar personeli ve Bitki Koruma Mücadelesinde görev alanlar, hayvan hastalıklarının tedavisinde görev alıp bulaşma riski taşıyanlar vs.) fiili hizmetten yararlandırılmalıdır.

Giyim yardımları ve mesleki ihtiyaçlar günümüz şartları dikkate alınarak tekrar hesaplanmalı, karşılanmalıdır.

Değerli Katılımcılar,

Bilindiği üzere Ulaştırma Hizmetleri İşkolunda sözleşmeli personel ücret grupları 5 gruptur. Bu gruplar kaldırılmalı ya da en azından 3 gruba indirilmeli, unvanlara göre temel ücret belirlenmesi yapılmalıdır.

Bu hizmet kolunda taşrada mahrumiyet bölgelerinde çalışanların ücretleri artırılmalıdır.

399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname eki (II) sayılı cetvele dahil pozisyonlarda istihdam edilen sözleşmeli personelin (527 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 31 inci maddesine göre ücretleri belirlenen sözleşmeli personel dahil); ek ücretleri yeniden düzenlenerek artırılmalı, iş güçlüğü dikkate alınmalıdır.

24 saat iş devamlılığı olan işlerde ek vardiya ücreti tazminat olarak verilmelidir.

Tren personeline verilen yemek tüm personele ücretsiz verilmelidir.

Yaptığı kilometreye göre değil belirlenecek sabit bir ücretin tren personeline verilmesi planlanmalıdır.

Değerli Katılımcılar,

Basın, Yayın ve İletişim hizmet kolunda;

"Net Sözleşme Ücreti" uygulamasına geçilerek (RTÜK, BDDK, EPDK, BTK ve Rekabet Kurumu'nda uygulandığı gibi), gelir vergisi oranı artışlarından kaynaklanan ücret kayıpları giderilmelidir.

Görevi gereği yemek servis hizmetinden (Yiyecek Yardımından) yararlanması mümkün olmayan personel için, Ticket, Sodexo, Multinet vb uygulamalara benzer bir uygulama başlatılarak, tüm personelin yiyecek yardımından yararlanmaları sağlanmalıdır.

PTT Kefalet Sandığının feshedilmesi nedeniyle birikimleri elinden alınan hak sahibi çalışanların (emekli olanlar dahil) belirlenerek, bu alacaklarının yasal faizleriyle birlikte ödenmesi gerekmektedir.

İnsan Haklarına aykırı olarak başlatılan, Dağıtıcıların GPS cihazı taşıma zorunluluğu, uygulamadan kaldırılmalıdır.

Yeni yasal düzenlemedeki "İdari Hizmet Sözleşmesi"ne geçme konusunda PTT emekçilerinin iradesine saygı gösterilmeli, bu statüye geçmek istemeyenlere herhangi bir zorlama ve/veya baskı yapılmamalıdır.

PTT'de dağıtım hizmetlerinin taşeronlaştırılmasına son verilmeli, mevcut taşeron firmaların sözleşmeleri en kısa zamanda iptal edilerek taşeron şirket çalışanları yaptıkları işin kadrosuna atanmalıdır.

Ek ödemelerdeki adaletsizlik giderilerek emekli aylığına yansıtılmalıdır.

Post Bank kapsamında çalışanlara bankacılık tazminatı ödenmelidir.

Resmi tatillerde ve bayramlarda her ne sebeple olursa olsun personel çalıştırılmamalı; ancak işi aksatacak uzunluktaki tatillerde çalışmak zorunda kalan personele günlük maaşının uygun görülen katı kadar tazminat ödemesi yapılmalıdır.

Kontrolör kadrosu erkinin siyasi, idari ve sendikal örgütlenmelerde yönlendirme ve baskı aracı olarak kullanılmasına göz yumulmamalı, gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır.

Tüm merkezlerde, müdürlük görevine vekaleten bakan çalışanlara görevin getirdiği ücretler ve haklar verilmelidir.

Posta Dağıtıcılarının, rızası olmaksızın 55 yaşında emekli edilmelerine son verilmelidir.

Dağıtıcıların hafta sonu çalışması zorunlu olmaktan çıkarılmalı ve iş yoğunluğu söz konusu olduğunda 6. gün çalışma ücreti artırılarak ödenmelidir.

Tüm dağıtıcılar, rutin olarak her yıl meslek hastalığını önlemek amacıyla sağlık kontrolünden geçirilmeli, bununla ilgili istatistik çalışmalar yapılmalı ve sonuçları tüm personele duyurulmalıdır.

Dağıtıcılara fiili hizmet süresi zammı (yıpranma payı) verilmelidir.

Köy dağıtıcıları için ek ödeme düzenlemesi yapılmalıdır.

Tüm işyerlerindeki iş yoğunluğu ve artan işlem çeşidi dikkate alınarak norm kadro tespiti yapılmalı, ortaya çıkan ihtiyacı karşılamak için personel alımı yapılmalıdır. (Özellikle gişe memuru ve dağıtıcı ihtiyacı bilinmektedir.)

Kurumun mühendis ihtiyacı, öncelikle Kurum içi sınavlar aracılığı ile karşılanmalıdır.

Yıllık izinlerin yıl içinde kullanılması sağlanmalı, kullanılamayan izinlerin bir sonraki yıla aktarılarak kullanılabilmesi sağlanmalıdır.

Teknisyen olarak çalışan Teknik Meslek Yüksekokulu mezunu emekçiler "Tekniker" kadrosuna atanmalıdır.

Teknisyenler, asli görevleri dışında başka görevlerde çalıştırılmamalıdır.

PTT Merkez ve şubelerinde insanca çalışma koşulları (Lavabo, tuvalet, havalandırma vb.) sağlanmalı, güvenlik önlemleri alınmalı ve şubelerde tek personel çalıştırılmasına son verilmelidir.

Dört yıllık üniversite mezunu Dağıtıcıların, memur kadrosuna atanması için her yıl çalışma yapılmalıdır.

Merkezlerin norm sayısı ve cihet parselasyonu (özellikle nüfus artışı olan iller başta olmak üzere), konuyu iyi bilen ehil kişiler ve sendika temsilcilerinin katılımıyla oluşturulacak komisyonlar tarafından yerinde inceleme yapılarak belirlenmelidir.

Tüm işyerlerinde günlük temizlik sorunlarının giderilmesi için ya temizlik hizmeti çalışanı bulundurulmalı ya da temizlik hizmeti alımı yapılmalıdır.

50'nin üzerinde personel çalışan tüm işyerlerinde (özellikle PİM'lerde) kurum tabibi ve hemşire bulundurulmalıdır.

50'nin üzerinde personel çalışan tüm işyerlerinde ya kreş açılmalı ya da kreş yardımı yapılmalıdır.

Tüm merkez ve şubelere para sayma makinesi ve sahte para ayırma cihazı verilmelidir.

Dağıtıcılara bölgesel iklim koşulları göz önünde tutularak yazlık ve

Yorumlar
ÇOK OKUNANLAR