BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
SAĞLIK

Müezzinoğlu'nun öyküsü çok şaşırtacak...

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu verdiği ilk röportajda çarpıcı hikayesini anlattı. Gümülcine’den Türkiye'ye varan yolculuğunu paylaşan Bakan'ın hayat hikayesi filmleri aratmadı...

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, kabinenin yeni isimlerinden. Görevinde, ilk röportajını Bugün gazetesinden Sema Şimşek'e verdi. İşte Bakan Müezzinoğlu'nun filmlerde izleyebileceğimiz türden onun hayat hikâyesi:

Acılara, zorluklara, sıkıntılara rağmen hayata tutunma mücadelesi. En önemlisi de hani bugünlerde çok sık konuşuyoruz, “vatan, millet, milliyet” diye, vatansızlığın ne olduğunu yaşayan bir bakan. Ceketini alıp köyünden kaçan biriydi, şimdi o köye bir ülkenin bakanı olarak dönecek. Kaçarken arkasında bıraktığı babası artık yok, onun bakan olarak geri dönüşünün gururunu yaşayamayacak ya, işte bu hüzün, gözyaşı olup döküldü.

* Bakan olduğunuzu nasıl öğrendiniz?

Edirne'de bir teşkilat programındaydım, Saat 17.00 civarında Sayın Başbakanımız'ın özel kalemi aradı, Başbakanlığa davet etti, "Gelemem, ben Edirne'deyim" dedim, bunun üzerine "Peki, o zaman bizi izlemeye devam edin" dedi. Biz de programlarımıza devam ettik, saat 18.00 gibi Kadın Kollarımızın düzenlediği bir ev sohbeti toplantısına gittik, onlarla sohbete başladığımız sırada Tarkan (danışmanı) içeri girdi, kulağıma, Sağlık Bakanı olarak açıklandığımızı söyledi.

* Yunanistan'dan Türkiye'ye nasıl geldiniz?

Batı Trakya'da Lozan Antlaşması çerçevesinde bırakılan 120 bin Müslüman Türk aileden birinin çocuğu olarak dünyaya gelmişim. İlkokulu Kozlukebir Köyü'nde okudum, sonra yaklaşık 30 kilometre mesafede olan Gümülcine'de ortaokula gittim. 1970 yılında, okuldaki bazı ağabeylerimiz Türkiye'ye geliyordu, anavatan Türkiye'de okuma heyecanı, hevesi ile "Ben de Türkiye'ye gitmek istiyorum" diye rahmetli babamdan, ailemden izin istedim. Rabbim gani gani rahmet eylesin, babam çiftçiydi, bana "Oku da istersen Amerika'ya git" dedi. Babamın o cümlesinin benim hayatımda çok önemli yeri vardır.

ERDOĞAN İLE SINIF ARKADAŞI

* Okulda yabancı uyruklu öğrenci miydiniz?

Okulda yabancı uyruklu öğrenciydim. Pasaportla gelip gidiyorum, ikamet tezkeresi, oturma izni alıyordum. Her tatilde köyüme, ailemin yanına gidiyordum. 1983 yılına kadar Türkiye ile hukukum, burada tahsilini yapan, tatillerde ailesinin yanına giden, pasaportlu, yabancı uyruklu bir öğrenci olmaktı.

* Tek başınıza mı geldiniz?

Tabii, tek başıma geldim, bir akraba veya bir tanıdık yok. Cebimizde biraz para, "Aman ha Sirkeci'de çaldırma, dikkat et" gibi tembihleri alarak geldik. Liseyi İstanbul İmam Hatip'te okumaya başladım. Orada Başbakanımız ile sınıf arkadaşlığımız oldu, iki sene sonra diğer sınıfları Afyon'da tamamlamaya gittim.

* Sınıfta Başbakan ile aranız nasıldı?

İlk geldiğim yıl, Türkiye'yi kavrama, anlama durumundaydım. 17 dersimiz vardı 9'unun adını ilk defa duymuştum. Biraz sessiz, kendi köşesinde biriydim. Yabancı uyruklu olup, ikamet tezkeresi ile Türkiye'de okuyunca ister istemez hayatınız hep kontrollü ve hep 1-2 adım geride durarak geçmek zorundaydı. Tayyip Erdoğan'ı sınıfın münazara kolunda, sınıfın aktif kişisi olduğu için tanıyorum, tabii ki benim onunla ilgili anılarım var ama onun benimle ilgili anısı var mı bilmiyorum. 1992 yılında siyasette tekrar buluştuk. Ben onu hep takip etmiştim, o işin hatibi, biz dinleyicisi.

CEKETİMİ ALIP TÜRKİYE'YE KAÇAK GEÇTİM

* Vatansız olarak geçirdiğiniz günler var, vatansızlık duygusunu nasıl tarif ediyorsunuz?

Kıbrıs çıkarmasından sonra Batı Trakya'da, Yunanistan'ın azınlığa baskıları her geçen gün artmıştı. 1983 yılında, ben tıbbiyeyi bitirmişim ama Yunanistan'a dönüp hekimlik yapabilme şansım yok, Türkiye'de de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olamadığım için hekimlik yapma şansım yok. Ailem çok zor şartlarda okutmuş, hekim de yapmış ama evli, çoluk çocuğu olan biri olmama rağmen evini geçindirecek, meşru para kazanacak koşullarım yok. Bir karar vermek durumundasın. Yunanistan kısmı, bizim için zor, karanlıktı ve istikbal vaat etmiyordu. Türkiye için zorluklar var ama yakalayacaksak istikbalimizi anavatanda yakalayabilirdik. Ceketimi alıp kaçarsam, iltica edersem Türkiye'de bu istikbali yakalayabilirdim. Bir yaz günü ceketimizi alıp, Meriç Nehri'ni kaçak geçerek Türkiye'ye geldim.

* Siz de Meriç'i yüzerek geçenlerden misiniz?

"Yüzdüm" dersem yalan olur, Ağustos ayında Meriç'in suyu zaten çok sığ. Bir de yol gösterenler, zaten işin nerede, nasıl kolay olduğunu göstermişlerdi. Gözümüz kapalı buradan geçelim diyecek halimiz yok, yol göstericinin yardımıyla geçtik. 20 dakikalık bir yürüyüş yolunu tarif etmiş, "Ormanlık bir alanda 20 dakika yürüyeceksin, karşına bir stabilize yol çıkacak ama bu süre zarfında arkana bakmayacaksın" demişti.

O 20 DAKİKA ÖMRÜMDEN NE KADAR ALDI BİLMİYORUM

* Neden "arkana bakmayacaksın" demiş?

Ne için söyledi tam bilemiyorum. O 20 dakika çok zordu. Yerlerde kurumuş yapraklar var, üzerinde yürürken arkamdan biri geliyormuş hissini yaşatıyor. Bir taraftan da "arkana bakma" cümlesi var. Arkandan biri geliyor, ensene biri vuracak veya bir silah sesi gelecek diye hissediyorsun ama bir taraftan da yürümek zorundasın. O 20 dakika ne kadar sürdü, ömrümden ne aldı bilmiyorum. Onu ancak yaşayan bilir. Stabilize yolu gördüm görmedim derken "Dur hemşehrim" diye bir ses duydum, 2 silahlı Türk askeri, "ellerini kaldır" dediler, kaldırdım, üzerimi aradılar, teslim aldılar. İfade, nezaretti, 4-5 gün sonra İstanbul'a geldik. Ondan sonra dünya vatandaşı olarak Türkiye'de 3,5-4 yıl kaldım, Yunanistan'da vatandaşlıktan silinmiştim. 1986 1 Ekim'de Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldum. Sonra, bu milletin bir mensubu, anavatanın bir vatandaşı olarak bugünlere geldik.

DİPLOMATİK PASAPORTLA GİDERKEN BİLE TEDİRGİNİM

* Yaşadığınız yerden kaçıp Türkiye'ye gelirken, bu ülkede yaşayabilecekleriniz sizi korkutmadı mı?

Şimdi mesela Nisan ayında ABD'ye biyoteknoloji fuarına diplomatik pasaportla, bir ülkenin bakanı olarak gideceğim ama yine de tedirginlik hissediyorum. Her bir başka ülkeye giderken yüreğimde hafif bir tedirginlik hissediyorum ama ceketimi alıp, arkama bakmadan, enseme silah mı dayanacak diye düşünmeden anavatana güven içinde gelmiştim. Müthiş bir güven duygusu. Anavatanım ve benim milletim diyebileceğim bir ülke. Bu millete hep kendimi borçlu hissediyorum. (Gözleri doluyor) Duam "Rabbim milletim ve ülkem adına üstlendiğim sorumlulukların hakkını da hesabını da verebilmeyi nasip etsin" diyedir.

DOĞUŞTAN VATANDAŞ OLANLAR KIYMETİNİ BİLMEZ

* Vatandaş olduğunuzda neler hissettiniz?

Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'ne vatandaşlığı almak için sabah erkenden gittim, oldu mu olmadı mı kaygısı var. Daire Başkanı odaya girince ayağa kalktım, hep olmuyor olmuyor ya yine kapıdan girdi, "Doktor bey yine olmadı" dedi. Orada muhtemelen benim rengim değişmiş, düşeceğim diye korktu, "otur otur" dedikten sonra "Bu sefer oldu" dedi. Ben de ona "Doğuştan bu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını alanlar belki kıymetini bu kadar bilmeyebilir" dedim. O zaman 31 yaşındaydım, duygular çok farklı, hem burukluk hem de mutluluk.

* Yabancı uyruklu bir öğrenci olarak geldiğiniz bir ülkede, İmam Hatip'te okuyup Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ni nasıl kazandınız?

Çalışmayı, okumayı seven bir yapım var. Rahmetli babam, 14 yaşında trene bindirirken, bana "Oğlum biz sana güveniyoruz, önce kendini mahcup etme, sonra da bizleri" dedi. O tren yolculuğu boyunca ve daha sonra bu söz aklımdan hiç silinmedi. Zaman zaman arkadaş gruplarıyla birazcık sıra dışına kaydığımda o söz beni yine okula, derse, daha çok çalışmaya, daha çok okumaya döndürdü. Aslında 1974 yılında normal üniversite yerleştirme sınavına girmiştim, ODTÜ Matematik bölümünü kazanmıştım ama Kıbrıs çıkarması olduğunda Batı Trakya'da bulunduğum için ve bir dönem de sınır kapısı kapandığı için gelip, kaydımı yaptıramadım. Gecikmeli geldim, Erzurum Atatürk Üniversitesi dışında bir yere girme şansım yoktu, Ziraat Fakültesi'nde bir yıl okudum. Ertesi yıl yabancı uyruklu öğrenciler sınavına girdim, hukuk fakültesine gitmeyi düşünüyordum, sınavda ilk 9'a girmiştim, her okula gidebiliyordum, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ne girdim.

* O günlerde çok fukaralık yaşadınız mı?

Ben 13-14yaşımdan beri sokaktayım, çok sıkıntılar çektim. Zorluk, yokluk yaşadım, paramız olmadığı için yemek yiyemedik ama fukaralık yaşamadım. "Hayatında en sevdiğin üç şey ne" diye sorarsanız, mutlaka birisi karşılaştığım zorluklar ve sıkıntılardır. Zorluklar, sıkıntılar bana hayat felsefesi açısından çok büyük zenginlikler olarak döndü. Bütün anne babalara da tavsiyem çocuklarına "Ben çok sıkıntı çektim aman o çekmesin" dememeleri, "Ben sıkıntı çekerek bunları başardım siz de bir çok sıkıntıyı çekerek bizden daha iyisini, güzelini yapabilirsiniz" desinler. Öyle "Sakın sıkıntı çekmeyin, zora düşmeyin, cebinizde paranız bitmesin, aman sokakta kalmayın, aman yağmurda ıslanmayın" denilmesi çocuklarımız için iyilik değil.

18 YIL YUNANİSTAN VİZE VERMEDİ

* Batı Trakya'ya, Yunanistan'a gidemediniz değil mi vatandaş olduktan sonraki yıllarda?

2001 yılına kadar, 18 yıl Yunanistan vize vermedi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduktan sonra da Yunanistan'a girme izni vermedi. Kayınpederim, kayınvalidem, amcalarım, teyzem, yakın aile çevrem orada olmasına rağmen, 18 yıl vize verilmediği için gidemedik. 2001'den sonra artık normalleşen bir süreci yaşadık.

Keşke baban da...

Bakan’ın gözyaşları

Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, 4 yıl vatansız kaldı. 18 yıl Yunanistan vize vermedi. Bu ayın 28’inde Atina’ya gidecek.

Duygularını “acı, mutluluk, hüzün, coşku” kavramlarıyla açıklıyor. Babasını yâdedince gözleri doluyor, dudaklarını ısırıyor, bir süre sonra da gözyaşlarını tutamıyor...

* Şimdi sizi vatandaşlıktan silen, vize vermeyen Yunanistan'a bakan olarak gidecek misiniz?

Gideceğim. Bu ayın 28'inde Atina'ya gideceğim, orada resmi görüşmeler yaptıktan sonra, olağanüstü bir değişiklik olmazsa akşam da Batı Trakya'ya geçeceğim. Bir gün Gümülcine'deki akrabalarımızla, yakınlarımızla, hemşehrilerimizle hasret gidereceğiz.

* Nasıl bir duygu oraya bakan olarak gitmek?

Heyecanlıyım tabii, soruyu duyunca bile duygulanabiliyor insan. Batı Trakya'dan ceketini alıp gitmiş biriyken gittiği ülkenin bakanı olup dönüyor olmak beni daha gitmeden çok duygulandırıyor, gidince ne hissedeceğim bilmiyorum. O duyguyu en yoğun şekilde Başbakanımız ile 2004'te resmi görüşmelere gittiğimde de yaşamıştım. Bir yanda kaçtığım ülkenin başbakanı, diğer yanda anavatan dediğim ülkenin başbakanı ve o masada oturuyor olmak tarifi mümkün olmayan bir duygu. Ülkemin Başbakanı ile doğduğum, büyüdüğüm köye gidebilmekÖHayatımda belki de en uç duyguları bir arada yaşadım. Burukluk ve acı ama mutluluk, hüzünle coşku, en uç, birbirine ters, çatışan duygular bir arada. Zor ama insanın çok nadir yaşayabileceği zenginlikler. (Gözleri doluyor, boğazı düğümleniyor, dudaklarını ısırıyor.)

* "Keşke babam görebilseydi" demek mi hüzünlü tarafı?

(Artık gözyaşlarını tutamıyor) Cenab-ı Allah'ın takdiri, zaman zaman annem bu cümleyi söyler. Annem zaman zaman "keşke baban daÖ" (Konuşamıyor, bir süre susuyor.) Bu konuyu geçelim.

* Görmesini isterdiniz değil mi?

Ben gördüğüne inanıyorum. Öyledir.

LİSEDE ALİOĞLU, ÜNİVERSİTEDE MEHMET, ARTIK MÜEZZİNOĞLU

* Tayyip Bey ile 1992'de karşılaşmanız nasıl oldu?

1992'de Avcılar yeni ilçe olmuştu, 6 ilçe ile birlikte ara yerel seçimlere girecekti. Belki de yine bir başka ülkeden gelmiş olmanın çekingenliğiyle siyaseti yakından takip eden ama aktif siyasete yakın durmayan biriydim. Refah Partisi'nin orada yeni kurulan yapısı, benimle görüşmeye geldi, "Tayyip Bey bir akşam sizin eve ziyarete gelmek istiyor" dediler. Ben İmam Hatip'e geldiğimde, bizde soyad yoktu, "babanın ismi ne" dediler, "Ali" dedim, bunun üzerine adı Mehmet, soyadı Alioğlu yazdılar. İmam Hatip'teki arkadaşlarımın hepsi beni Alioğlu diye bilir. Sonra, Yunanistan bir yasal değişiklik yaptı, soyad yerine dede adını koydu, benim tıbbiyedeki arkadaşlarımın hepsi de beni Mehmet Mehmet diye bilir. Vatandaşlığa müracaat ederken soyad talep etme hakkımız vardı, rahmetli babam köyün müezziniydi, bana da "müezzin oğlu" diyorlardı, ben orada "soyadım Müezzinoğlu olsun" dedim, soyadım 1986'dan bu yana Müezzinoğlu'dur. İlk geldiğimde, 70 -76 arası Alioğlu, 76'dan 86'ya kadar Mehmet, 86'dan bugüne kadar artık sonra da inşallah ailemin kalıcı soyadı Müezzinoğlu.

‘Sen bizim Alioğlu değil misin’

* Tayyip Bey geldi mi ve sizi tanıdı mı?

Tayyip Erdoğan'a "ikna edebilirsek onunla başarılı olabiliriz" diyorlar, o da "gidelim" diyor, gelecek misafire hayır deme şansımız yok, hele hele Tayyip Erdoğan ise gelmesinden mutlu olurum. Eski günleri konuşacağız. Kalabalık bir heyetle geldiler, kapıdan girer girmez, şöyle bir durdu, "Ya sen bizim Alioğlu değil misin" dedi. Yani, 70-72'yi baz alırsak, 14-16 yaşında ufak bir çocuk, 92'de, 20 yıl sonra, 35-36 yaşında yetişkin biri, ona rağmen daha kapıda "Sen bizim Alioğlu değil misin" dedi. Biraz geçmiş günlerin muhabbetinden sonra, adaylık gündeme geldi. Tayyip Erdoğan'a kimsenin, özellikle de benim hiçbir zaman "hayır" diyebilme şansımın olmadığını o gece hissetim, o gün, bugündür devam ediyoruz.

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, bu ayın 28'inde Atina'ya gidecek. Duygularını "acı, mutluluk, hüzün, coşku" kavramlarıyla açıklıyor. Babasının artık olmadığını hatırlayınca gözleri doluyor, boğazı düğümleniyor, dudaklarını ısırıyor. Bir süre sonra da gözyaşlarını tutamıyor...

Yorumlar
ÇOK OKUNANLAR